2.5 aylık karantina döneminde bazı sabahlar yerin dibinde uyandım, bazı sabahlar yataktan çıkacak gücü zor buldum, bazı günlerse keyifli hatta mutlu bile kalktım. dayanılmaz bel ağrıları çektim, kimi günler koltuktan 10 dakikada ancak kalkabildim. ağrılar hala nefesimi kesiyor...
iyi diziler izledim, harika podcastler dinledim. filme çok yüz vermedim, dikkatimi herhangi bir şeye 20 dakikadan fazla vermem mümkün olmadı. kaygı sarmıştı dört bir yanımı, film izlerken başım ağrımaya başlıyordu, zorlamadım. ilk günler kitapların sayfasını açmadım ama üstüme gitmedim. sonra okumayı özledim, tekrar başladım...
karantinada son günlere yaklaşırken size seyirlik ve dinlemelik bir kaç öneride bulunmak istiyorum.
dizi önerileri
diziden çok size phoebe waller-bridge'i önereceğim. bu zeki ve aşırı tatlı kadını takip edin. neye dokunursa izleyin.
crashing - (netflix, 1 sezon, 6 bölüm)
londra'da artık kullanılmayan bir hastanede, kiracı olarak kalan bir grup insanın hikayesi. yazan ve oynayan phoebe waller-bridge. bildiğim kadarıyla kendisinin ilk dizisi.
kahkahalar atarak izleyeceğiniz bir dizi değil crashing ama diyaloglar zekice, ilişkiler yer yer karikatürize yer yer çok sahici. fleabag'a giden yolda reis'i tanımak adına ilk basamak diyelim.
fleabag - (amazon, 2 sezon, 6 + 6 bölüm)
londra'da minik bir cafe işleten genç bir kadının öyküsü. çarpıcı, komik ve tadı damağınızda kalan cinsten.
1. keşke arkadaşım olsaydı.
2. keşke izlememiş olsaydım, o kadar iyiydi ki hiç bitsin istemedim.
kameraya konuşuyor olmasından seçtiği erkeklere, aile ilişkilerinden mimiklerine, en yakın arkadaşı ile olan ilişkisinden problemleri çözüş şekline hepsine ama hepsine çok hayran oldum, çok kıskandım. üvey annesinin yaptığı penis tablosuna aşık olmuştum, gerçek hayatta phoebe waller bridge'in evinde asılı olduğunu duyunca çok güldüm. bu kadar çok sevmem; londra ve ingiliz aksanı ile olan duygusal bağımdan mı yoksa yazarın kaleminin kıvraklığından mı bilmiyorum. yaşasın ingiliz dizileri ve yaşasın kadın yazarlar diyerek şiddetle tavsiye ediyorum.
not: ah o papaza, yüzde yüz ben de aşık olurdum. ve yine yüzde yüz, her şeyi bok ederdim.
killing eve - (dizi siteleri, 2 sezon)
phoebe reis denince akla sadece komedi gelmesin. bir seri katil dizisinde de imzası var. modaya meraklı ve sevimli bir kiralık/seri katil ile o'nu yakalamaya çalışan polisin öyküsü. polisi grey's anatomy'den tanırsınız. katille polis arasındaki çekim ve kaçma kovalama hikayesi için izlenir. bence harika bir iş değil ama seyirlik.
run - (digitürk - şimdilik 1 sezon)
iki çocukluk aşkının 15 sene sonra, tüm yaşantılarını bırakıp, birlikte kaçma hikayeleri. phoebe reis yapımcı, bir bölümde de oynamış. izlerken aklıma ilk sevgilimle birbirimize verdiğimiz "40 yaşına geldiğimizde hayatımızda kimse yoksa hemen evlenelim" sözü geldi. zira birbirimizi gördük ama evlenmedik. gençlik sözlerine güvenmeyin arkadaşlar :) ben kusursuz olmayan kadını ve erkeği, oyunculuklarını ve konuyu sevdim.
normal people - (dizi siteleri, 1 sezon, 12 bölüm)
bir kızla erkeğin liseden başlayıp üniversite ile devam eden ilişkilerini konu alıyor, romandan uyarlama bir irlanda dizisi. gençlik dizisi gibi duyulsa da bunun çok ötesine geçiyor. oyunculukları, kamera açıları ve renklerin pastelliği ile öne çıkıyor. son zamanlarda izlediğim en iyi ilk seks deneyimi ve sevişme sahneleri.
açık iletişim kuramıyor olmaları bana çok uzak olsa da dizi ikinci bölümden itibaren sizi içine alıyor ve birbirlerine olan yoğun hisleri seyirciye geçiyor.
hayatında en az bir toksik ilişki yaşamış herkes kendinden bir parça bulabilir. ve bence altı çizilecek bir toksik ilişki cümlesi: it is not like this with other people :)
edit 1: bu diziyi izledikten sonra üzerinde çok düşündüm. aynı yerde büyümek ve çocukluğunun ya da gençliğinin birlikte geçmesi, bir insanı anlarken büyük bir fark yaratıyor.
ben adada büyüdüm ve orada büyümeyen, küçük yer/kasaba kültürünü bilmeyen insana bağlılıklarımı, hassasiyetlerimi anlatmak çok zor oluyor. masal anlatıyorum gibi geliyor onlara. ilişkileri tanımlama şeklim garip, özlemlerim anlamsız, hikayelerimin içeriği boş geliyor.
hep adadan biriyle, aynı şeyleri yaşadığımız biriyle beraber olacağımı sanırdım. du bakalım hikayem bitmiş sayılmaz, kısmet :)
edit 2: dublin trinity college için konuşuyorum; coğrafya gerçekten kader. orada edebiyat okumak vardı, ben istanbul üniversitesi'nde turizm okudum. şansıma tüküreyim :(
edit 3: dizinin müzikleri biraz hüzünlü ama karantinada tavana bakarken, kendinizi puslu bir dublin sabahında sanmanızı sağlıyor... ki bence bu da müzikleri müthiş yapıyor.
edit 4: deseler ki bir roman yaz, bunu yazmış olmak isterdim.
after life - (netflix, 2 sezon, 6 + 6 bölüm)
çok sevdiği karısını kanserden kaybetmiş bir adamın öyküsü. diziyle ilgili bilgileri internetten alırsınız zaten ama ben bu diziyi izleyip de karı koca arasındaki müthiş ilişkiye öykünmeyen var mı onu merak ediyorum. birlikte yaşamak için seçtiğiniz insan ne kadar önemli, karakterinizde ne kadar kocaman bir etkiye sahip ve beraber gülmek kadar ilişkiyi besleyen bir şey yok. (ben de şahsen beraber çok gülüyorum diye bazı boktan ilişkileri senelerce devam ettirdim)
ricky gervais var diye gülmekten ölmüyorsunuz, aksine benim ağladığım yerler oldu. favorim mezarlıktaki kadın; deliyürek'teki kuşçu gibi bir şey, aforizma üzerine aforizma... karantinaya ağlamalı ve gülmeli bir ara vermek için iyi bir seçim.
valeria - (netflix, 1 sezon, 8 bölüm)
sex and the city'nin ispanyol versiyonu gibi düşünün. 4 kadın, ilişkiler, seks... ispanya sevgimizi kimse sorgulamasın.
this is us - (amazon, 4 sezon, onlarca bölüm)
bol ağlamalı, arada gülmeli bir aile draması. zenci, gay, evlatlık edinme, obezite, ölüm, harika bir anne baba ilişkisi, anne öfkesi, alkol bağımlılığı, uyum sağlayamama, iş hırsı, sorunlu gençlik... ne ararsanız var. benim çok severek izlediğim dizilerden biridir, kalbimde yeri ayrıdır.
the english game - (netflix, 1 sezon, 6 bölüm)
ilk profesyonel futbol oyuncularının gerçeğe dayanan öyküsü. kostümlü dizi, üstelik yer ingiltere, hemen 1-0 önde başlıyor tabii. içinde futbol geçiyor diye, maskülen bir dizi olarak algılamayın, her şey dozunda.
modern love - (amazon, 1 sezon, 8 bölüm)
new york times'ın makalelerinden alıntılanmış, aşk üzerine, hepsi romantik komedi tadında 8 ayrı öykü. özellikle karantina döneminde, kendinizi iyi hissetmek ve kalbinizi yumuş yumuş yapmak isterseniz, çok iyi bir seçim. keşke devam etse de ara ara açıp izlesek.
new amsterdam - (digitürk, 2 sezon, bir sürü bölüm)
new york'un en büyük devlet hastanesinin başına geçen bir adamın gerçeğe dayanan hikayesi. bir doktor ve hastane dizisi. ben zaten severim hastane dizilerini ama max goodwin çok ilham verici ve hayranlık uyandırıcı bir karakter.
unortodox - (neflix, 4 bölümlük mini dizi)
newyork'taki hasidik yahudilerinden esty adında hayalleri olan bir genç kızın öyküsü. güneydoğu anadolu'da zorla evlendirilen zeynep adlı bir genç kızın istanbul'a kaçtığını ve kendine yeniden bir hayat kurmaya çalıştığını düşünün. işte benzer işler. dizinin bir noktasında esty başındaki peruğu çıkarıp denize giriyor, o sahnede sanki ben girdim suya... değişik hayatlar izlemek ve özgür olduğumuz için "oh be" demek için bile izlenir.
podcast önerileri
ben tümünü spotify'dan dinliyorum.
ilk sayfası; mirgün cabas ve can kozanoğlu sunuyor. yazarla söyleşiler çok iyi. benim favorim behiç ak'lı olan bölüm.
bunu ben de yaparım; ibrahim selim'in nefis sesiyle, çeşitli konular üzerine detaylı anlatımlar. dijital aşk, dolandırıclık, komplo teorileri gibi...
nasıl olunur; nilay örnek'in sunduğu bir program. gelen konuklar, alanlarındaki en iyiler. çok bölüm var, ilginizi çeken insanı açıp dinleyin. ben çok şey öğrendim bu seriden. ece temelkuran favorim.
o tarz mı? can bonomo ve arkadaşlarının sunduğu bir podcast ama herkese göre değil. biraz o kafaya girmek gerekiyor, bilmek ve zamanla tanımak gerekiyor. ben çok severek dinliyorum ve dinlettiğim kimse bayılmadı :) ben kalt podcastlerini de bu gruba sokuyorum.
soru cevap; ferhan şensoy usta'nın soruları cevapladığı 15 dakikalık podcast yayınları. ben çok özlemişim dinlemeyi. büyük tavsiyedir.
dizi koması/
film koması; melikşah altuntaş'ın hazırlayıp sunduğu ve dizi film önerilerinde bulunduğu podcast. art house sinema severler için daha uygun bir seri.
ben belim kopmadan yatağıma geri dönüyorum. yemin ederim adeta frida kahlo'yum, öyle bir ağrı...