28 Temmuz 2015 Salı

gitsek...



gitsek biz... ege'ye... akşamları hafifçe esen rüzgarın saçlarının arasından geçip gittiği ege'ye... geceleri omzuna ince bir hırka aldığın ege'ye... taşı toprağı altın dedikleri bu kocaaaa istanbul şehrinden göçsek... trafiği bıraksak, dostları alsak; işi bıraksak, muhabbetlerimizi alsak; evi arabayı bıraksak, gülmelerimizi alsak; her şeyi bıraksak da sade kendimizi alsak...

bir meyhane bulsak kendimize; deniz kenarında. dört duvarı alsak, içine sevgimizi koysak... sakin, huzurlu... yemekler yapsak, dostları ağırlasak... balığı sen ayıklasan, salatayı ben yapsam... gülsek, gülsek, çok gülsek... rakımız, şarabımız olsa masada, bi de müziğimiz çalsa fonda...

bi oğlumuz olsa... bilgisayar oyunlarının adı yerine, ağaçların çiçeklerin adını bilse... saçları kum dolu, elleri pis gelse eve ama kalbi temiz olsa... matematiği zayıf, gönlü zengin olsa... omurgası sağlam, cesur ve sözünün eri olsa... adı ali olsa...



hayatın bir mücadele olmadığını, basit ve özgür yaşamanın da mümkün olduğunu, paranın hırsların bizi çok yorduğunu ve bunu hak etmediğimizi bi anlasak... çocukların kariyerden çok sevgiye ihtiyacı olduğunu bi anlasak... elele tutuşmanın, "bir" olmanın kalbi nasıl ısıttığını bi anlasak... beraber olup, omuz omuza verince dertlerin nasıl hafifleyeceğini bi anlasak...
her şeyin "aşk"tan olduğunu bi anlasak...

ah bi gitsek...

18 Temmuz 2015 Cumartesi

dedem, dido ve oruç üzerine

dedem, köy enstitüsünden mezun olunca, adapazarı'nın hicriye köyü'ne tayini çıkmış. dağların arasında, yemyeşil bir köy. anneannem, köyün dişçisi uzun süleyman'ın güzel kızı. dişçi dediysem, mektepli değil, alaylı... yalnız anneannem sıradan güzellikte değil o vakitler, hollywood yıldızlarına taş çıkaran bir gürcü kızı. kız kardeşleriyle tarlaya gitmeler, tütün toplamalar, çeşme başında su doldurmalar falan derken dedem aşık olmuş anneanneme.
uzun dede süleyman zorluk çıkarmadan vermiş anneannemi, yakışıklı öğretmen damada.

anneannem kasabaya hevesli, hemen arifiye'ye taşınmışlar. dedem öğretmenliğe devam etmiş, anneannem evi çekip çevirmiş. önce annem, sonra dayım olmuş. onların peşinde, bir ömrü beraber geçirmişler.

dedem sinirli adamdır, anneannem kardeşleriyle gürcüce konuşunca "türkçe konuşun" diye bağırırdı. sayesinde ne annem ne ben gürcüce bilmiyoruz. anneannem, hala gizli bir şey söylecek olsa, hop gürcüceye döner, o ayrı...

disiplin, tertip, düzen, temizlik dedemdir bizde. annem anlatır; her cumartesi öğleden sonra sinemaya götürürmüş aileyi. bir hafta türk bir hafta yabancı filme... aslında şöyle anlatsam daha net olur; ben 38 yaşındayım, hala her bayram harçlık veriyorlar.

annemler beni yaz aylarının belli kısmında anneannemlere gönderirdi, bir aya yakın kalırdım. yine o zamanlar ramazan, yaza gelmiş demek ki; ben oruç tutacağım diye tutturdum. küçüğüm, aç bırakmak olmaz. "tamam" dedi anneannem, hevesimi de kırmak istemedi heralde. "yalnız siz çocuk orucu tutuyorsunuz, bizimki gibi değil, sen kahvaltını edeceksin, öğle yemeğini yiyeceksin, akşam bizimle iftar yapacaksın, ama aralarda abur cubur yemek yok, sizin oruç böyle" dedi. ilk ve son orucumu öyle tuttum.

o dede evinde geçen yaz akşamlarında, en büyük eğlencem, akşam bana getirilecek olan gofretti. dido. 38 senelik dedelik hayatında bir kere bile bana dido getirmeyi aksatmadı.

bugün benim doğum günüm; bu seneki dileğim dedeme olsun:
ömrün uzun olsun, ailemizin direği, seni seviyorum...