28 Eylül 2010 Salı

bir kivi hikayesi...


çocuktum ufacıktım... o zamanlar "kuantum", "evrenden birşey dileme", "yoga", "reiki" gibi laflar yoktu dilimizde... en fazla "bir şeyi kırk kere söylersen olur" gibi fantezilerimiz vardı, hatta istediğim lacivert botu anneme ilettikten sonra, 39 kere de yatağımda bilmediğim bir varlıktan dilediğim olmuştu. o pahalı bot olmadı ama benzeri bir şey geldi. ben de dileğimi yeterince doğru anlatamadığımı düşündüm ve isterken detaylandırmayı öğrendim. bu, sonraki hayatımda çok işime yaradı, karşımdaki her kim olursa olsun "anlamıyorum seni" demedi, diyemedi... çünkü verdiğim detaylarla, anlatmak ya da söylemek istediğim şeyin robot resmini çizdirebilirdim.

öğretmen bir ailenin çocuğu olduğum için tutturmak, istediğini ağlayarak yaptırmak, kendimi odalara kapatıp küsmek gibi kanımca şımarık davranışlarım yoktu benim. bir iki söyler, üzülür, susardım sonra. ilgim de çok konsantre olmadığı için, dağılmam kolay olurdu hep.

işte o aklımın bir karış olduğu günlerde; babamın yaptığı bir şeyi hiç unutmam. her salak çocuk gibi sonradan anladım babamın büyük adam olduğunu...

evdeyiz ailecek, televizyon izliyoruz, ben "elma" isterim diye tutturdum. dedim ya, ilgimi dağıtmak kolaydır diye, hemen sonrasında bu sefer "muz" diye tutturdum. evde mevcut olmayan meyveleri istemekte üstüme yok. garip olansa; değil bizim evde, orta halli hemen hemen hiç bir ailenin evinde bulunmayan bir meyve var o sırada bizde, kivi... babam, elinde tüylü ve kahverengi bir meyveyle içeri girdi. gözlerimdeki yaşlar durdu, meraklı bakışlar sordu "o ne?". babam, sakin sakin anlatmaya başladı "bu, kivi. pahalı bir meyvedir, bizde de iki tane var zaten. bu meyvenin özelliği; her ne istersen onu olması. şimdi canın muz istiyor ya, sana bir parça kivi vereceğim, yerken muz tadı alacaksın. istersen şeftali, istersen elma, istersen erik... artık canın ne isterse..." bu bir mucize olmalıydı... o aralar ton ton ailesi diye bir çizgi film var televizyonlarda. ailenin bütün fertleri, sandalye beşik, merdiven ne isterlerse o eşya olabiliyor. ben de bu meyvenin mucizesine o anda inanıveriyorum, içim nasıl kıpır kıpır. babam, büyük bir özenle soydu kiviyi, elma gibi dilimledi, güzel bir tabağa koydu. öylece bakıyorum kivi parçalarına... muz geçiyor aklımdan, elma geçiyor, şeftali geçiyor... kapatıyorum gözlerimi, babam ağzıma bir parça kivi veriyor. aaaaa, sanki muz yiyorum, tadı aynı, yemin ediyorum aynı... sonra "şimdiki erik olsun" diyorum... aaaaa aynı erik tadı, hem de papaz eriği... öyle güzel...

babam, bana mucize meyve getirdiği için o gecenin kahramanı oldu... ben yıllar yıllar sonra öğrendim ki kivi istediğin meyve olabilme özelliğine sahip değil, ama hiç hayal kırıklığına uğramadım. çünkü ben ne zaman gözlerimi kapatıp, hayal edersem, ağzıma istediğim tat gelir... ne zaman çok istesem ve çalışsam, başarırım... ne zaman inat etsem ve inansam, yaparım... ne zaman kivi yesem gülerim...

babama...