9 Mayıs 2020 Cumartesi

tam ne zaman "yuva" diyoruz?






evime düşkünüm ben. temizlik ve dağınıklık konusunda obsesif olduğum durumlar var. evdeki kimi objelerle ilgili takıntılarım var. buzdolabının üstündeki magnetlerin ve duvarlardaki her tablonun bir anısı var. tarih veremem ama bana geldiği zamanı ya da aldığım yeri tüm detaylarıyla anlatabilirim.  bulunduğum yeri kendime benzetmeyi severim, eve girince bana ait olduğu hemen anlaşılır.  

daha önce de bir kaç ev denemem olmuştu. 

acıbadem'e erkek arkadaşımın evine taşındığımda, geceleri ara ara ağlardım. o eve o kadar ait değildim ki... benden önceki yaşanmışlıkların üzerine bir hayat kurmaya çalışıyordum ve ben ileriye bakmayı başarabilen bir kadın değildim. gördüğüm her şey sinirimi bozuyordu. salona yeni mobilyalar aldım, bütün evi raf raf indirdim, fazlalıkları attım. olmadı. eve değil, adama ait değilmişim, taşındım. 

bostancı'da lunaparka yakın bir ev tuttum. canım yanıyordu ama çarpışan arabalar derdime derman oluyordu. ağlıyordum, kamikazede küfür ediyordum. hemzemin bir balkon vardı. 
yanıma iko taşındı. gelenimiz çok, yemeğimiz boldu. sıradan bir ev "yuva" oldu. acılar azaldı, gülmeye başladık. dünyanın en en en iyi ev arkadaşı iko'dur. önüne portakallı kereviz koyar ve sen yersin :) filtresiz konuşur, kucağına yatar ve 50 bölüm üst üste friends izlersin. 



sonra kurtköy'de ve tuzla'da iki başarısız denemem daha oldu. kurtköy gibi tamamen sonradan yaratılmış bir semt bana tabii ki olmadı. sitenin ve evin modernliği, eşyaların beyazlığı, etrafın yobazlığı ve çimenlerin suniliğinden içim şişti. bu sefer tuzla'ya tam tersi bir çevreye gittik. 3 katlı villa, yemyeşil bahçe, eski ve hikayeli bir semt, deniz kokusu ve havuz... ama ben uzak dedim, git gel zor dedim. uzak olan ev değil, adammış. yine olmadı.

idealtepe'ye taşındım. kedi çişli, dünya pisi bahçeye, az güneşe, tuvalet kokusuna ve apartmanın çok eski olmasına rağmen "yuva"ydı. mutluydum, keyfim yerindeydi. yıkım kararıyla ev aramaya başladım. toplam 30 dakikada buldum, 2 günde tuttum, 4 günde taşındım. bostancı'ya geri geldim.
daha doğrusu geldik. adamla... 

ne oldu da tek kaldım, oralar biraz karışık. onu da sonra anlatırım. ama bu sefer ben değil, adam gitti. ait hissetmeyen, kendini bir türlü içine sığdıramayan, yabancı olan oymuş bu sefer. biliyorum ben o hissi, kötüdür. iki gözyaşı, 3-5 sarhoş gece, binlerce kelimelik yazılar ve tabii ki zamanla geçti. 




şimdi ev, çiçekler, kediler ve ben yalnızız. evin "yuva" olması için gereken tek şey kendimi mutlu hissetmemmiş. keramet güzel mobilyada, tabloda, son model televizyonda, duvarın morunda ya da süper maharetli meyve sıkacağında değilmiş, bendeymiş.
ama iko der ki "evde mutlaka ocak tütmeli", o yüzden artık yemek de yapmaya çalışıyorum. bir de iyi ki kedilerim var. 
bu evde yine bir ayrılık acısı yaşıyorum ama lunapark yakın, karantina bitince atarım kendimi balerinin kollarına, ne acı kalır ne ayrılık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder