22 Kasım 2010 Pazartesi

faşizm çok ayıp bir şeydir (sırrı süreyya önder)



sayın özkök, benim ahmet kaya’ya yaptıklarınızı ‘kalleşlik’ olarak nitelememe hislenmişsiniz. ismimi anıp anmama kararsızlığınız sürerken birdenbire ‘süreyya kardeş’iniz oluvermişim. bana, medyada daha büyük bir iktidarım olsa ne tür manşetler atacağımı sormuşsunuz. sorunuzun cevabı yazımın başlığındadır.

sayın özkök, size, aslen italyan olan bir gazeteciden bahsetmek istiyorum. gazetecinin adı curzio malaparte. gençliğinde faşist partiye üye olmuş fakat insanlığı ağır basınca yazıları sansürlenmiş, ev hapsine alınmış, sürgün edilmiştir. 1941’de rus cephesinin açılmasıyla birlikte, inşallah oralarda ölür umuduyla, teğmen rütbesi ve savaş muhabirliği göreviyle bölgeye gönderilmiştir. ancak yazılarının yarattığı rahatsızlık, hitler’in kulağına kadar gitmiş ve ukrayna’da tutuklanmıştır. malaparte, yazdıklarını gizlice italya’ya sokarak savaşın korkunçluğu üzerine tarih boyunca yazılmış en iyi eserleri bizlere miras bırakmıştır.

ülkemizde kuzey yayınları’ndan çıkan ‘kaputt’ adlı anlatısının bir bölümünü kısaltarak aşağıya alıyorum.

“1941 yılı sonbaharında ukrayna’da poltawa yakınındaydım. bölgede partizanlar kaynaşıyordu. bir gün, bir alman subayı topçu konvoyunun başında bir köye girdi. köyde tek bir canlı yoktu, evler çoktan terk edilmiş gibi görünüyordu...
atların nal sesleri hemen hemen uzaklaşmış, ovanın çamuru içinde boğulmuştu ki birden bir kurşun vızladı ‘halt!’ diye bağırdı subay. kafile yine durdu, kuyruktaki batarya yine köy üzerine ateşe başladı...

subay yüksek sesle saymaya başladı: ‘dört, beş, altı. Bir tek tüfeğin ateşi bu. köyde sadece bir kişi var. o anda bir gölge, elleri havada koşarak kara duman bulutundan sıyrıldı, askerler partizanı yakaladılar, iterek subayın önüne getirdiler. subay eğerinin üstünden eğilip partizana baktı: ‘ein kind’ (bir çocuk) dedi alçak sesle. en fazla on yaşında bir çocuktu bu. zayıftı, acınacak haldeydi. elbisesi paramparça, yüzü kapkaraydı. saçları kavrulmuş, elleri yanmıştı. ein kind!
bir ara subay, çocuğun önünde durup, uzun uzun ve sessizce yüzüne baktı ve sıkıntı dolu bir sesle:
‘dinle!’ dedi. ‘sana kötülük etmek istemiyorum. benim işim bacak kadar çocuklarla savaşmak değil. lieber gott! savaşı ben icat etmedim ki?’
bir süre sustu, sonra insana garip gelen bir yumuşaklıkla sordu:
‘bak, benim bir gözüm camdır. asıl gözümün hangisi olduğu kolay anlaşılmaz. hemen, hiç düşünmeden hangi gözümün cam olduğunu söyleyebilirsen serbest bırakırım seni.’
çocuk hiç tereddüt etmedi:
- sol göz, dedi.
- nasıl bildin?
- çünkü ikisinden, soldaki daha insan gibi bakıyor.”

sayın özkök, nazi subayının ettiği “savaşı ben icat etmedim ki” lafı size bir yerlerden tanıdık geliyor mu? peki çocuğun akıbetini merak ediyor musunuz? sizce nazi subayı, bu muhteşem cevap karşısında çocuğun yanağını okşayıp gözlerinden öpmüş olabilir mi?

çocuğun hazin sonunu daha ilk satırda tahmin ettiğinizi düşünüyorum. 10 yaş masumluğunda ve çaresizliğinde birçok insana sadece cam gözlerinizle baktınız çünkü.

sizinle kişisel bir hesabım olamaz. sadece yaygın bir yanlışın en kristalize olmuş halisiniz ve sadece bundan dolayı yazımın konusu oldunuz. sizde olmayıp bizde olan en önemli şey, 10 yaşındaki bir çocuğun cesaretidir. bu cesaret bizleri öldürdü, siz cam gözlerinizle kibir saçmaya devam ediyorsunuz hâlâ.

size bir ‘kardeş’iniz olarak gerçekten kardeşçe bir şeyler söyleyerek bitirmek istiyorum.
siz bir röportajınızda en büyük korkunuzu, tekrar dışkapı-çinçin dolmuşlarına binmek zorunda kalmak olarak tarif etmişsiniz. iktidar ve güç tapınıcılığının böyle marazi yan tesirleri vardır. ruh hallerimizdeki temel fark da budur. biz ekmeksiz kaldığımızda, sofrasına bizim için fazladan bir tabak koyabilecek yüzlerce yoksul hane buluruz. siz ekmeksiz kaldığınızda, eline ekmek verdiğiniz insanlar da dahil olmak üzere, ikram edilecek bir bardak çay bulamazsınız.
kibri ve korkularınızı bir kenara koyup içtenlikle özür dilemeyi düşünün derim. ben bu yazıyı, sanki siz değil de kızınız “babama nasıl kalleş dersiniz?” diye sormuş
kabul ederek yazdım. siz mesela ahmet’in kızı melis’in gözlerinin içine bakarak yazdığınız şeyleri tekrar edebilir misiniz?

sırrı süreyya önder, 19.11.2010, radikal
fotoğraf; ceren suntekin

21 Kasım 2010 Pazar

olmuş mu hacı?

bu bayram tatilini fırsat bilip, 2 film birden yaptım. yaptım da, yapmaz olaydım... ikisinden de mutsuz çıktım ve kendimi yemeğe verdim. aldığım kiloların nedeni mahsun kırmızıgül ve çağan ırmak, bilesiniz...

newyork'ta 5 minare'den çıkan hiçbir aklı selim arkadaşım, iyi bir yorum yapmamıştı zaten ama ben korsan dvd'sinin çıkmasını beklemek yerine sinemaya gittim. bilet mısır ve frigo parası, çıkışta gidilen yemek falan derken epeyce masraf yaptım. peki "yahu, herşeye değdi, ağzımda nefis bir tat kaldı filmden." dedim mi? hayır.

geçenlerde "iyi film nedir kötü film nedir" tartışması yaparken basitçe kendimi şöyle anlatmıştım; çıktığımda kendimi iyi hissediyorsam, perdede gördüğüm beni içine aldıysa o film benim için iyidir. bu fikirden hareketle 5 minare için iyi film diyemem. bul kurşunlu, çatışmalı, hareketli bir sahneyle açılıyor film; sonrası topal... fazla mesaj kaygılı, kötü diyaloglu senaryo, demek istediğini bir türlü anlatamamış. toplu zikir sahneleri, fragmanlarda da gördüğümüz gibi gerçekten başarılı ama mesela ülkücü bir ekip vardı filmin başında islamcılarla omuz omuza hareket ediyorlardı, sonradan kendilerinden hiç ses seda çıkmadı. onlar niye senaryoda vardı yada sonradan niye yok oldular hiç anlamadım. nihayetinde ortalama bir zekaya sahip insanım.

"hacı, katil değil dede, bana herşeyi anlattı" diyen birine. "ne diyorsun sen, peki neymiş olay? kimmiş katil?" demez mi insan? filme göre denmiyor.

peki ya prensesin uykusu'nun durumu ne olacak? ben çağan ırmak'a prim vermekten yoruldum, o klişelerle dolu filmler çekmekten yorulmadı. bundan sonra da çağan ırmak filmine gidersem klişeler götürsün beni... yok masal seviyorsak, bu filmi de severmişiz de yok çağan ırmak bir iyi bir kötü film çekermiş, bu iyi olanıymış da, yok fantastik öğeler çok yerindeymiş de...

türk sinemasının canım yeni yönetmenlerine özcan alper, ilksen başarır, seren yüce, inan temelkuran...) sevgilerimi gönderiyorum ve hızlıca yeni filmler çekmelerini umut ediyorum.