30 Eylül 2009 Çarşamba

bir vapur yazısı...


83'te taşındık biz adaya... önceleri pek keyifli gelen vapur yolculukları bir noktadan sonra çok zorlamaya başladı beni. martılara simit atma, günün ilk çayını sigara eşliğinde içme, kabataş'tan 18:30'a binip, üst arka açıkta oturma şerefine erişme gibi güzelliklerden sonra, eve varma saatinin uzaması bir sorun haline gelmeye başladı. yorgundum ve bir an önce eve varıp yemek yemek istiyordum. iş yerinden beraber ayrıldığım arkadaşlarım, evlerinde kahvelerini yudumlarken, ben daha vapurdan yeni inmiş eve yürüyor olurdum.

ada hayatım, küçükyalı'da aldığımız evle birlikte sona erdi. mutluluktan bir süre hiç gitmedim adaya. gece hayatım tavan yaptı, sabaha karşı 3-4 gibi eve gelmeler, arkadaşlarla uzun ve vapuru kaçırma kaygısı olmayan sohbetler, sabah geç kalkma lüksü... oh bir mesudum ki sormayın gitsin...

yıllar geçti, vapurlar hiç değişmedi... aynı vapurlar sadece biraz daha eskimiş olarak ,aynı yerleri aynı sürelerde gitmeye devam ettiler. zaman geçip teknoloji geliştikçe vapurlar daha hızlı olmadılar, adalılar daha rahat gidip gelmedi...

zamanla vapur büfelerdeki her ürün dinci kesimin gözdesi "ülker" marka oldu, iş dönüşü vapurlarında ikram edilen viskiler kalktı, tombalacılar gözden kayboldu... ülke gibi, vapurların da çehresi değişti... sigara yasağı ile adalıların vapur keyfi hepten kaçtı...

şimdi daha da tuhaf bir şey oldu... şehir hatları vapurları yerini motorlara bıraktı... koşa koşa iskeleye gidiyorsunuz, minicik bir motor, içinde onlarca insan, rahatsız koltuklarda, sıkışık düzende oturuyor... ülker sever büfeci, "4'leyelim beyler koltukları" diye bağırıyor, yanınıza koyduğunuz çantanızı mecbur kucağınıza alıyorsunuz, gürültüden birbirinizi duyup sohbet etmenize olanak yok. hem motor sesi hem de küçücük kapalı mekana tıkışan insanların bağırarak konuşması nedeniyle kitap okumanız bir mucize... gazeteyi yanınızdaki insanın burnuna değmemek için açamıyorsunuz, dışarı çıksanız rüzgar eteğinizi kafanıza çıkarıyor, saçınızı bozuyor, zaten de üşüyorsunuz... üsküdar - beşiktaş arasındaki 7 dakikayı bu şekilde gidebilirsiniz ama 1 saat bu ızdarap çekilir mi?

bu adalar'a verilen cezadır... çünkü bizim sandıklardan "ülker sever parti" çıkmadı...

madem öyle, size vapur yerine göt kadar motorlardan veriyoruz... size kayık gerek aslında kayık... itfaiyenin benzinini de vermiyoruz... yansın kül olsun güzelim ahşap evleriniz... deniz taksilere de söyleyeceğiz, size uğramasınlar... doğalgazınızı da keseceğiz, donun bütün kış...

bu gidişle adalardan size sittin sene oy çıkmaz... ya da...... çıkar bilemiyorum... ben anlamıyorum canım halkımı... daha hiç aynı fikirde olamadım ki çoğunlukla!!!

bakalım bu motor olayına da herşey gibi alışıp, konuyu kapatacak mıyız? yoksa ido adalıların sesine kulak verecek mi?

5 Eylül 2009 Cumartesi

sırf bu özgürlüğümüz olabilsin diye...

ıvır zıvırı bol, 36 bedenden 42 bedene kadar kıyafeti olan, hiç yoksa 40 çift ayakkabısı olan, yemek yapmadığı halde bütün mutfak eşyaları tam olan benim gibi biri için bunların tümünden ve evinden vazgeçmek kolay mı? evet çok kolay... çünkü önemli olan tek şey mutlu olmam... mutluluğum da bu 3 parça eşyaya bağlı değil... o nedenle de evimi, içindekilerle beraber burada, ordu'da bırakıyorum... hem de içim hiç cız etmeden... kendi boyadığım taburemden, annemin diktiği perdelere kadar, özel yaptırdığım koltuğumdan, kütüphaneme kadar herşeyimi...

artık bambaşka bir hayata geçiyorum, az eşyalı ve daha rahat hareket edebileceğim bir hayata... sadece gerekli olanlarla yaşamayı öğrenmek istiyorum... bir gün geldiğinde ve "hadi gidip, izlanda'da yaşayalım" dediğinde koşarak ve arkama bakmadan gidebilmeliyim... bir evi ev yapan benim çünkü... ve tekrar bir evi, kendime benzetebilirim :) süsleyip, yaşanılır kılabilirim...

kalan eşyalarım, depoda bir süreliğine uykuda olacak ama yeni hayatım için kalbim küt küt atıyor... bana istanbul'da ev çok, malum büyüdüğümüz yer :) bunca zaman "poşet poşet, ordan oraya yaşam" a karşı olan benim gibi biri için fazlaca değişik bir şekil olacak... ama eşyaya bağlanmamak gerek şu hayatta... hem de sırf sevdiğimiz başka bir noktada yepyeni bir hayata başlayabilmek için... sırf bu özgürlüğümüz olabilsin diye...

2 Eylül 2009 Çarşamba

dönüşe geçerken...

bugün çok umutlu ve mutlu bir yazı yazmak gelmedi içimden... dönmek için hazırlanıyorum. oteldeki işlerimi sonlandırmaya ve tamamlanmamış olanları devretmeye çalışıyorum. inşaatından beri çalıştığım otele bakıyorum, arkadaşlarımla konuşuyorum...

tüm nezaketimi koruyarak üstesinden gelmeye çalıştığım sorunlar beni çok bunaltmış meğer, o yüzden eve dönüşümü, dost yüzleri hasretle bekliyorum...

çünkü ben hakan'ın "dön artık" demesinin, iko'nun "gel artık, bu hasretlik yeter" demesinin taaa yüreklerinin derininden geldiğini çok iyi biliyorum. istifa ettiğim günün ertesi sabahı nasıl gülerek kahvaltı ettiğimizi çok iyi biliyorum. üstelik ne yapacağımı bilemeden, kafamda bir sürü soru işaretleri varken...

bunca zaman dost biriktirmişim ben, para yerine... aferin bana... hayatımda yaptığım en doğru hareket bu olsa gerek... benim hiç birikmiş param olmadı, iyi de harcarım olduğu zaman bu mereti :) ama şunu söyleyebilirim çok rahat; hiç pişmanlığım yok... iyi ki de varken harcamışım güzel güzel, iyi ki de gezip tozmuşum istanbul'u, iyi ki tatillerde yemişim bütün olanı, iyi ki de taksilerden inmemişim, restoranlarda bırakmışım bütün maaşımı...

esas olan mutluluk değil mi? ohhh, sefam olsun :)