24 Aralık 2019 Salı

fulyalar sarmış dört bir yanımı...


yine sayfalarca madde yazıp, yeni yıldan beklentilerimi sıralamayacağım bu sefer. önce sevaplarıyla ve günahlarıyla eskisiyle hesaplaşacağım.

bu sene, kötü bir ilişkinin kötü gittiğini söylemekle kalmadım, oradan gittim. genellikle kötü giden ilişkinin kötü gittiğini söyler, söyler, söyler, yıldırır ve sonra da karşı taraf harekete geçsin diye beklerim. artık büyüdüğümden mi, hayatta yapacak daha çok şey olduğundan mı yoksa aşk başımı döndürmediğinden mi bilmiyorum, bana iyi gelmeyen yerlerde kalmamayı öğrendim.

bu sene daha çok "hayır" dedim. buluşmak ve görüşmek için vaktim yoksa yalana dolana başvurmadan "evde oturmak istiyorum, hiç dışarı çıkasım yok" dedim.

aile büyüklerimizi kaybettik. onları kaybedince aileyi bir arada tutan daha çok şey yaptım, daha çok görüştüm ve daha çok dinledim. safları sıklaştırdığımız, birbirimizle geçirdiğimiz zamanın daha kıymetli olduğu bir sene oldu.

sağlığımın en bozulduğu sene olduğu için kendimi biraz fazla marazlı ve belki biraz yaşlı buldum. ligten düştüğümü ve çeşitli trenleri kaçırdığımı hissedip, bunu kendime dert ettim. bir daha aşık olup, yeterince sevişemeyeceğimi sandığım bir sene oldu. ve sanırım en çok bundan korktum. çünkü aşksız geçen her günüme acırım...

hayatımdan fazlalıkların çıktığı, yeni ve tatlı insanların girdiği bir sene oldu. boşa harcanacak vaktimin olmadığını, bir şey öğrenmediğim ya da beni bir adım bile olsa ileri götürmeyecek muhabbetlerin içinde bulunmak istemediğimi anladım.

ilgi alanlarım ve yapmak istediklerim için harekete geçmezsem yapmak istemediklerimle yaşamak zorunda olduğumu fark ettim.

bağımlı değil, bağlı olmanın, kendine güvenin, yetebilmenin, cesaretin ve başarının hayatımdaki öneminin altını bir kez daha çizdim.

canım çok acısa da, bilerek ve isteyerek başka bir insanın canını yakmadığım için kendimle gurur duyduğum bir sene oldu. ama aynı zamanda başkası yerine utanmak neymiş, onu da yakından gördüğüm bir sene oldu.

yeni seneden tek beklentim; fulya alanlarımızın çok olması :)

mutlu noeller...

19 Kasım 2019 Salı

kusurlar


sözlerimi tutmakta zorlanıyorum.
"düzenli krem sürersen, selülitlerin olmayacak" deseler, eminim bir noktada üşenir, bırakırım.
kesinlikle kötü araba kullanıyorum.
olmam gerekenden 20 kilo fazlayım. 
bazen buluşmalara gitmemek için küçük küçük yalanlar uyduruyorum.
yakın arkadaşlarımla dipsiz bir muhabettim var. gizli, saklı hiçbir şeyim yok. en mahrem sırlar bile ortada.
bazen birini aramam gerekiyor. atlıyorum, atlıyorum, atlıyorum, sonunda aramak için çok geç oluyor ve bir telefonla gönül alabilecekken, birinin kalbini kırmış oluyorum.
youtube'um tam bir çöplük. sanat sepetten, komik kedili videolara, eski boktan dizilerden, belgesellere kadar geniş bir yelpazem var.
çoğu zaman çocukların saçma ve ukala sorularına, yaşlıların sürekli saygı beklemesine, cahillerin ileri geri konuşmasına, kamu taşıtlarındaki insan kokusuna tahammül edemiyorum. 
kredi kartım ağzına kadar dolu olduğunda bile gözüm yeni ayakkabıda, ikea'da, dolgun gösteren rimelde, ciltli kitapta oluyor.
her sabah sağlıklı beslenme kararı verip, öğleye doğru vazgeçiyorum.
okunmayan kitaplarım, okunanlardan fazla olmaya başladı. 
kedilerimi taramamak için mutlaka bahane buluyorum.
babamı affetmeyi istiyorum ama yapamıyorum. 
eski sevgilim mutlu olsun istemiyorum. her aklıma geldiğinde neşesinin çalınmış olmasını diliyorum. 
geceleri araba ışıklarda dururken, dilenci yaklaşınca korkup kapıları kilitliyorum ama kilit sesini duyup üzülmesin de istiyorum.
evlenmek fikrinden uzağım ama düğünlerde ağlıyorum.
yıllar içinde uzaklaştığım ya da konuşmadığım arkadaşlarımın yokluğunu hiç hissetmiyorum. boşu boşuna hayatımda yer işgal ettiklerini düşünüyorum. 
selami şahin'in "özledim" şarkısını 10 kere üst üste dinleyebilir ve hepsinde de aynı tutkuyla eşlik edebilirim.
çatal bıçak kaşığın hangi tarafa konduğunu hala ezberleyemedim. o yüzden her masa hazırladığımda başka bir yöntemle bunu saklıyorum.
bir yerde ağlayan birini görürsem, neden ağladığını inanılmaz merak ediyorum.
tutkulu ve başarılı insanı seksi buluyorum. tipi, kim olduğu, nerede olduğu, ne konuda başarılı olduğu hiç umurumda olmuyor. tutkusu bende arzu uyandırıyor.

kusursuz olanı sevmiyorum. her şeyi düzgün olan, şaka yaparken küfürden kaçınan, sürekli doğruyu yapma eğiliminde olan insan bana samimi gelmiyor. bir kavgada haksız da olsam arkadaşlarım yanımda olsun, erkek arkadaşım benim nefret ettiğim insandan soğusun, kötü oyunun yarısında çıkarken beraber gittiğim insanlar da bana eşlik etsin, saçma sapan bir karar verdiğimde beni destekleyip, 'aferin, iyi düşünmüşsün' desinler istiyorum.

hatalar yaptım, belli ki daha çok yapacağım ama kusurlu insan çok tatlı değil mi? canım kusurlarım :)

18 Kasım 2019 Pazartesi


uzun senelerdir üzerinde düşünüp, yazıp çizdiğim hayalimin peşini bıraktım sonunda. bu konuyla ilgili sürekli başarısız olmaktan çok yorulmuştum. 'gitmesek de görmesek de orada bir köy var uzakta' misali amaca ulaşamama, ulaşamadıkça onun altında ezilme, olaydan iyice soğuma, ara ara yükselme ama yine bir şey yapamamaların sonunda geldiğim nokta şu oldu; vazgeçme...

şu an omuzlarımdan bir dünya yük kalktı. bir türlü gerçekleşmeyen o koca hayal, arkadan gelen küçük küçük hayallerimin de önünü tıkıyordu.
bir süredir başımda gezen gri bulutlar yerini fırından yeni çıkmış taptaze hayallere bıraktı. sabahları bir başkayım artık. son ses müzikle alıyorum duşumu, makyaj yaparken şarkıcılık oynuyorum, durup durup gülümsüyorum, yanımdaki not defterime aklımdakileri yazıyorum, kitaplarımın hunharca altını çiziyorum, açık havada uzun yürüyüşler yapıyorum...
merhaba yeni hayalim, hoşgeldin... birlikte inanılmaz eğleneceğiz :)

15 Kasım 2019 Cuma

benim vs sizin



sonbahar benim, yaz sizin olsun
aşk benim, evlilik sizin olsun
yeşil benim, gri sizin olsun
deniz benim, gökyüzü benim, kalbin atışı, kahkahalar, sevişmeler benim,
alışkanlıklar, sıradanlıklar, nefret sizin olsun...

mutsuz ilişkiler cenneti


ortak zevklerin ve keyifli senelerin sonunda evlendiğinde bile, hızlıca ölen, bu acımasız, bu zalim, bu kahredici aşk insana neler yaptırıyor...

tabak takımlarının en güzelini alıp, yurt dışından özenerek seçtiğiniz peçeteyi de yanına koyunca "sonsuza dek mutlu yaşadılar" kervanına katılacağını sanıyor insan.

'düğünde anne tarafından uzak kuzenin masası neresi olmalı?' tartışmalarında bulunca kendinizi hafiften anlıyorsunuz aslında, ama geçen onca senenin güzel hatırına görmezden geliyorsunuz.

ettiğiniz kavgaları önceleri merkür'ün geri hareketine, klasik bir boğa burcu olmasına sonraları işten dertli gelmesine, para sıkıntılarına, çocukların yüküne bağlıyorsunuz.
sevişmelerin yerini, koltukta oturup telefonla oynarken "eee naaptın?" sorusunun almasını önceleri yine merkür'in geri gidişine, klasik boğa burcu olmasına, sonraları başka insanlara, yorgunluğa, trafiğe, işe, istanbul'da yaşamaya, çocuklara bağlıyorsunuz.

çok değil, 5 sene önce amsterdam'da ot içip, sokaklarda dolanırken, kendinizi hafta sonlarında çocukların arkadaşlarına doğum günü hediyesi ararken bulunca, insan önce şaşırıyor ama sonra duruma alışıyor.
ayda bir, arkadaşlarla gittiğiniz bardan, eve geç ve sarhoş geldiğinizde kendinizi özgür hissetmeniz de aslında geçici algı bozukluğu. beyniniz size "her şey yolunda" mesajı verip, dayanma gücünüzü arttırıyor.

kendinize ayıracak vakit, kitap okuyacak ara bulamadığınızda, insanların "çok iyi" diye bahsettiği dizileri siz zaman bulup ancak 6 ayda izleyebildiğinizde, başbaşa yemeğe gitmeyi bırakın, öznesi çocuk olmayan sohbetiniz kalmadığında bir sorgulama geliyor insana. dost sofralarında evlilikten konu açıldığında sevdiğiniz insanın sandalyesine kolunuzu atıp "valla hep söylerim, evlilik ölü yatırım ölü hahaha" diye kahkaha atıp, tüm masayı güldürdüğünüzde iş işten geçmeye başlıyor.

önce komikli şakalı videoları birbirinize göndermeyi bırakıyorsunuz, sonra dedikodu yapmayı, sonra gün içinde (gerekmedikçe) konuşmayı... mutfakta birbirinize dokunmadan yanyana geçmeyi öğreniyorsunuz. topluluk içinde bilmem kaçıncı kez anlattığı hikayeye sahte kahkaha atmayı öğreniyorsunuz. bedeninin her tarafını ezberlediğiniz insandan, yatakta nasıl kaçılacağını öğreniyorsunuz. büyük kavgaları bile, hiç konuşmadan, zamana bırakarak unutmayı öğreniyorsunuz. aşkı ve tutkuyu başkalarında bulduğunuzu evdeki insandan saklamayı öğreniyorsunuz. samimiyetsiz ama güvenli hayatın içinde pek çok konuda "mış gibi" yapmayı öğreniyorsunuz.

çocukların bir gülüşüne kurban ettiğimiz sadece evliliklerimiz mi yoksa büsbütün kendimiz miyiz, bilmiyorum... ama evlilik cüzdanına hapsolmuş evliliklerin çocuklarına çok üzülüyorum. alışveriş merkezlerinde scooterla oradan oraya kayan, mavi dondurma için gözyaşlarına boğulan, masada elinde tablet verilip, ağzına patetes tıkılan canım çocuklara gerçekten çok üzülüyorum.

isyanım sadece mutsuz evlilikleri içinde ısrarla kalanlara değil; 10 senedir işinden şikayet edip yeni bir seçenek üretmeyenlere, sürekli arkasından konuştuğu arkadaşıyla yüz yüze gelme cesareti gösteremeyenlere, içinde boğulduğunu söylediği şehirden bir türlü gidemeyenlere de aynı zamanda... aslında direnmeyi bir yol olarak görmeyip, kabullenmeyi tercih edenlere...

merkür hala geri giderken, "diren"emeyenlere evrenden akıl fikir ve cesaret diliyorum...

11 Kasım 2019 Pazartesi

vasata vakit yok...


çok az şeyden bu kadar etkilenmişimdir...
madrid'te, hiç beklentisiz gittiğim bir danstan allak bullak olmuş şekilde döndüm. 60'larını süren bir kadınla, 40 yaşında bir erkeğin sahnede devleşmesini izledim canlı olarak. birbirlerine hiç dokunmadan, müzikle sevişmelerini izledim. kimi anlarında kalbim yerinden çıkacaktı.

kıyafetleri, müzikleri, dans sırasında çıkardıkları sesler, alkışları, yüz ifadeleri, ellerinin zarafeti, bacakları, ayaklarının ritmi, kadının elbiseyi ayağıyla arkaya atışı, erkeğin daracık pantolondaki poposu, topuklarının tahta zemindeki sert vuruşları, seyirci ile kurdukları bağ, dar alanı ustaca kullanışları, sırtlarından akan ter, sahneden yayılan seks enerjisi hepsi ama hepsi nefesimi kesti...

angel munoz'un haberi yok ama kendisi benim ilişkiden beklentimi değiştirdi. çok aşk ve tutku diliyorum kendime. vasat ilişkilere kapımı kapıyorum.
kötünün iyisiyle idare etmek için fazla kısa hayat...

4 Kasım 2019 Pazartesi


mevcut bir savaşın ortasında seni bir başkasına siper olurken gördüm. 
üstelik savaş, bizim savaşımızdı.
(yazanı bilinmiyor)

23 Ekim 2019 Çarşamba

arada nutella ile kendimi boğasım geliyor



the biggest lie that we're told is: 
"to be with someone who makes you happy". 
nah, sis. happiness is something you create on your own. 
be with someone who adds to it.


mutlu olma, yüksek olma, neşeli olma baskısından yıldığım zamanlardayım. bazı sabahlar yatakta öylece tavana bakıyorum. bazı akşamlar eve gelir gelmez, üstümü bile çıkarmadan uyuyorum. bazı geceler 5 milyon defa uyanıp telefona bakıyorum. bazı günler pijamalarla çıkmak istiyorum evden. bazı zamanlar çalan telefona bakmak istemiyorum ve kimin aradığının bir önemi olmuyor. bazen müzik dinlemekten, dizi izlemekten, koltukta oturmaktan, işten fenalık geçiriyorum, bileklerimi dikine kesesim geliyor sıkıntıdan. bazen 4 saat bekliyorum duşa girme gücüm gelsin diye. bazen trende çığlık atıp, sonra hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istiyorum. bazen sürekli yemek sonra yediklerimi kusmak istiyorum. arada nutella ile kendimi boğasım geliyor. bazen aynada kendime acıyorum ve ağlıyorum. bazen iğrenç şarkılar söyleyerek duşta 1 saat kalıyorum, bunun için taburem bile var. bazen kitabı açıyorum ve kapatıyorum, sonra tekrar açıp, tekrar kapatıyorum ve sonra tekrar açıyorum. bazen kötü türk filmleri izliyorum. bazen koltuktan 24 saat kalkmıyorum. bazen hava gri diye içten içe seviniyorum. bazen bir sıcaklık ayak parmak ucumdan başıma kadar sarıyor beni ama nasıl bi sıcaklık, ateş gibi, soluk alış verişim hızlanıyor, kalbim sıkışıyor, sıkıntıdan ölecek gibi oluyorum. bazen bir sigara yakıyorum ve zorla başımı döndürüyorum. kimi zaman gözlerimi kapatıyorum ve önüme bir sürü anı geliyor, film gibi izliyorum. çok üzülüyorum, çok kırgın oluyorum, çok öfkeleniyorum, çok düşünüyorum.

sonra geçiyor...
ama bunlar hiç gelmemiş gibi yapmak istemiyorum. geliyor çünkü...
her zaman iyi olmak zorunda hissetmiyorum artık kendimi. inişlerim çıkışlarım var.
çıkışlarım çok tatlıdır ama, tanısan seversin aslında :)

21 Ekim 2019 Pazartesi

biz kapılarda karşılarız, aşkı da ayrılığı da...



biz aşkı bulunca minnet ederiz ama hayata tutundurduğu için, açtığı kapılaradır minnetimiz, kapattıklarına değil.

başladı sakince anlatmaya:

"bizim büyük dede, evlendikten 3 ay sonra trablusgarp harbi'ne gitmiş asker olarak. çok da sakin adammış, çok sabırlı. bir sürü saçmalık olmuş, bu gitmiş ingilizlere esir düşmüş, italyanlara bile değil. dil de bilmiyor, doğru dürüst kayıt yok kuyut yok. kendini hindistan'a giden bir gemide bulmuş. bir süre orada çalıştırılmış. sonra bakmış olmuyor, kaçayım demiş. bu kaçayımlar cepte para bittikçe bir yerde kimliksiz, isimsiz üç otuz paraya çalışıp yeni bir illegal yol bulmakla oluyor tabii. ne uçak var, ne hızlı tren. dönmesi tam 12 sene sürmüş. sakalı göbeğine ulaşmış halde varmış evin kapısına.

taze gelin bıraktığı karısına kavuşmanın sevinciyle. o kadar badireye rağmen, elinde rengarenk ipek bir şal hindistan'tan, bir de boncuk bileklik.

kapıyı 4-5 yaşlarında bir çocuk açmış, ardından kucağında 2 yaşında bir bebeyle, karnı burnunda karısı çıkmış.

kime baktınız, kocam evde yok demiş.

büyük dede, sizin demiş, ilk kocanız ismet miydi? kadın paniklemiş, ne oldu neden sordunuz?

ismet size selam söyledi, bunları gönderdi, dedi ki "ben, ona kavuşmak hayalim olmasa hayatta kalamazdım. çok öleyazdım, hep onu düşünüp dayandım. haberi geldi, beni beklememiş, canı sağolsun, bana ömür verdi."

kadın gözlerini kurulamış. sağ mı? demiş. sesinden bile tanımamış ismet'i. sağ sağ demiş ismet dede. hem de ne sağ. malikane yaptırdı okyanus ötesinde, bahçesinde meyve ağaçları var, mermerden süs havuzları. hep seni yanına aldırmayı hayal ediyordu. her şey tamam olsun diye bekliyordu. duyunca çok üzüldü ama canı sağolsun dedi işte, neyim varsa onun sayesinde dedi. hakkını helal edecekmişsin.

kadının gözleri kocaman açılmışken, dönmüş ardını gitmiş. başlamış çalışmaya, hırsla. önce hamallık, toptancılık, kabzımallık derken 20 sene sonra başkentin en iyi otellerinden birini açıyor, sonra bir gece kulübü, sonra bir tekstil fabrikası... içinde mermer havuzu olan, meyve bahçeli evi de oluyor, yazlıkları da... 3 kere evleniyor, 6 çocuğu, 14 torunu oluyor. babamlar bile hala ondan kalanları yöneterek yaşıyor, ben kaçıncı nesilim, bu şarabımız bile sayesindedir.

bizim ailenin en büyük hikayesi ismet dede olduğundan herkes onun hayatını feyz alır. "ben esir düşmesem, kurtuluş savaşı'nda ölecektim, o kadını sevmesem dönmeye çalışmayacaktım, kalbim kırılmasa böyle hırslanmayacak, böyle bolluk görmeyecektim." dermiş.

biz kapılarda karşılarız, aşkı da ayrılığı da...
aşk hayatta tutar, acısı insanı kırbaçlar...

ayşen şahin aksakal  // bavul dergisi 2019 ekim

gerçek bir kedi insanıyım





şu iki canavarın insanı olduğum için çok ama çok mutluyum. hayatıma neşe, anaçlık, sorumluluk, sevgi ve manyaklık getirdiler.
eski sevgilimin yaptığı en iyi şey bu tipleri tutup eve getirmek sanırım. her aklıma geldiğinde kendisini öfkeyle, kedilerimi mutlulukla anıyorum.
geldiklerinde miniciktiler, özellikle viski'nin ilk bir senesinde defalarca bölünen uykumun, günlük hareketlerime yavaşlık ve salaklık getirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. uykusuzluktan her şeyi bir kaç defada ancak anlayan, beyni tam randımanlı çalışmayan bir insan olmuştum. hala uyurken, ıslak burnunu benim burnuma değdirip uyandırıyor, kafa atıyor ve ayaklarımı ısırıyor. bunu öğle saatlerinde yapsa gerçekten sıkıntı yok ama rüyanın en güzel yerinde tam beyaz atlı prens beni kollarına almış ateşli bir öpücük kondururken yapınca sinirim zıplıyor. 
tekila ve viski birbirinden çok farklı iki kardeş oldular zamanla. karakterlerinin tabana tabana zıt olduğunu anlamak için beraber beş dakika geçirmek yeterli.
biri chp'li emekli albay, diğeri mhp'li minibüs şöförü.
biri sakin, diğeri deli.
biri güzel, diğeri çirkin.
biri sessizlik, yalnızlık seviyor, diğeri evde insanlar olsun da onları rahatsız edeyim diye bekliyor.
biri yemeğini bir solukta yiyor, diğeri gide gele keyfini çıkara çıkara bitiriyor.
biri elektrik süpürgesinden ölesiye korkuyor, diğeri süpürgenin üstüne çıkıp evi beraber geziyor.
biri çiçek yiyor, diğeri çiçeklerin toprağını eşeleyip evi bok ediyor.
biri bağırınca odadan çıkıyor, diğeri perdeye asılıp sallanıyor, bağırsan da inmiyor.

sizi çok seviyorum canım çocuklarım...
iyi ki geldiniz...

14 Ekim 2019 Pazartesi

hoşgeldin...



kalp kırıklığıma aldırmadan beni eğlendirdiğin için,
çiçek böcek yerine, her gün yeni bir çorapla çıkıp geldiğin için,
10 sene geri gidip, bütün blogu okuduğun ve bana "sorular listesi" çıkardığın için,
arabaya abuk subuk notlar bıraktığın için,
ki'ler de'ler ve mi'ler konusundaki hassasiyetin için,
diplomamı bulamayıp evi talan ettiğimde benimle beraber aradığın için,
ve
seyahat edeceğim ülkelerle ilgili gezi rehberi hazırlamaya üşenmediğin için çok teşekkür ederim.
hoşgeldin...

7 Ekim 2019 Pazartesi

pişti



karo 10...

"vale" gibi genç ve yakışıklı, "kız" gibi süslü ve kendinden emin, "papaz" gibi zengin değildir. oyun sırasında, vale, 10'luyu alır, kendi tarafına dahil eder. ama 10'lu gelince, oyunun seyri değişir. vale neşelenir, diğer kağıtlar kendilerini güçlü hissetmeye başlar, renkler daha renkli, kahkahalar daha yüksek sesli olur.
10, kendisinin yalnızlığına ve tekliğine rağmen etrafındaki tüm kağıtlara destek olur. hepsine, her şeyin üstesinden beraber gelebileceklerini, yeni oyundan korkmamaları gerektiğini anlatır.

zaman akar, oyun biter. önündeki tüm kağıtları eline alır, sağından solundan hafifçe vurup düzeltirsin. sonra da değerli kağıtları tek tek kenara ayırmaya başlarsın.

karo 10 (yani bir diğer deyimle güzel 10'lu) destenin en değerli kağıdıdır. ne vale gibi 1 puan, ne pişti gibi sadece bir seferlik 10 puandır. her zaman, helalinden, durum ne olursa olsun kocaman bir 3 puandır.

güzelim karo 10'lu, sende olduktan sonra oyunu kimin kazandığının ne önemi var ki? önümüzde kaybedilecek ya da kazanılacak bir sürü oyun var...

bütün "güzel 10" kadınlara; 
sinek 3 ve maça 7'lerle geçen hayatımız; dilerim bir kupa valesiyle şenlensin ve aşk hepimizi sarıp sarmalasın...

29 Eylül 2019 Pazar

ilk aşk

annemle babam, küçük bir anadolu kasabasının, orta halli ve saygı gören ailelerinin çocukları. 83'te istanbul'a geldiğimizde kasaba ve anadolu kenti kültürüne hakim, küçük yerlerin tanınmış aile güvenine sahiptik. buna uygun bir yere, adaya tayin olmuştuk. istanbul'a uzak ama yakın, büyük ama küçük bir yerdi. herkesin birbirinin seceresini bildiği yerden, vapura binip, yarım saat sonra dünyanın en büyük metropollerinden birinde kalabalıklara karışabilirdi insan.
çocukluğunu ve ilk aşkını yaşamak için harika bir yer...

tanışıp çok yakın arkadaş olduk önce. arkadaşlıktan aşka ilk yelken açan o oldu. dönemin modasına uyup, incecik bir söz yüzüğü takmışlığımız bile var. ankara'nın pek paralı iyi okullarından birine okumaya gittiğinde aramızdaki mektup ve defterlerin naifliği, hayallerimizin uçukluğu gerçekten göz yaşartıcı. evlenip, siyah gelinlik giymek istemişim mesela. sanırım ilk ve son evlilik konuşmasını da o'nunla yaptım. bugün ilişkiye dair ne varsa bildiğim, tohumlarını bu "istanbullu çocuk" ile attım. adalı olduğumuz için kız erkek ilişkilerinin nispeten rahat yaşandığı bir yerde büyüdük ama mesela beraber olduğun insanla her şeyi konuşmayı o'ndan öğrendim. kızacağını bilsem de söyledim, ağlayacağımı ve kırılacağımı bilse de söyledi. çünkü sevgilimle konuşmayacaktım da kiminle konuşacaktım içimi yakan derdi tasayı...
beraber iyi vakit geçirmeyi, arkadaşlığı, içki masası ritüellerini o'ndan öğrendim. benim babam da içki içerdi ama o bir başka içerdi. masa mezelerle donatılırdı ve sohbetle uzun uzun içilirdi. keyifti çünkü...

aile ile nasıl tanışılır, düğün dernek olduğunda nasıl giyinilir, çift olarak nasıl davete gidilir, sohbette orta saha nasıl kesilip alınır hepsini o'nda gördüm. annesi yoktu, babası da beni asla sevmedi ama aramızda hiç ters bir şey yaşanmadı. sevilmedim ama saygı gördüğümü ve uzaktan da olsa korunduğumu bilirdim.
kadıköy, taksim, eminönü, bağdat caddesi'ni ilk o'nunla gezdim. doğum günü hediyesinin özel olması gerektiğini, büyük aile yemeklerinin kıymetli olduğunu, sandviç bile yesen sofra kurmanın ne güzel olduğunu, eğitim ve networkun insan hayatında önemli olduğunu o'nunla fark ettim. haftasonları ayaklarımız ağrıyıncaya kadar gezer, kültür sanatla boğardık kendimizi. her konumda, her meslekten, her semtte arkadaşı, dostu vardı. parası vardı bilirdim ama hiç görgüsüzce harcadığını görmedim. hep çok cömert ve zarifti.

bir ilk için oldukça uzun süren bir ilişkiydi, çünkü sadece sevgili değil, çok yakın arkadaş ve sırdaştık, beraber çok güldük ve çok şey öğrendik.
istanbul'un tozunu attırmış oğlanla, anadolu'dan gelmiş solcu kızın aşkı adada gereken popüleriteye ulaştı. herkes bizi birbirimizle andı ve ayrılığımızı yıllarca kabul etmedi. ayrılık da zaten 6 güzel seneye yaraşır bir şekilde hüzünlü, iç burkucu ve çok hikayeliydi.
hala arada görüyorum, yolu açık olsun, ayağına taş değmesin... ilk büyük aşkımdı. dilerim son olmasın.

ömer durup dururken gelmedi aklıma; şimdilerde iyi bir semtin iyi bir sitesinde oturunca kendini görmüş geçirmiş zanneden ama anadolu'nun bağnaz ilişki anlayışından nasibini çokça almış bir çok aile olduğu için geldi.
şarap tadımları yapıp, kuzen buluşmalarında kadeh tokuşturup, ülke gündemini görece soldan takip ederken; çocuğu aşkın mutluluğun peşinden koştu diye o'nu ayıplayan, yeren aileler olduğu için geldi.
kültür, sanat, sergi peşinde koşarken; geçmişte yaşadığı travmaları görmezden gelen ve önce kendi gerçeğini farkına varmayan aileler yüzünden aklıma geldi ömer.
büyük resmi görmek yerine, ülkenin standart ahlak ve yoz aile anlayışına kurban verdiğinin; çocuğu olduğunu anlamayan aileler nedeniyle aklıma geldi.
ailenin, aile kurmanın resmi nikah ve çocukla taçlanan içi boş bir kavram olduğunu sanan, bunu kanının son damlasına kadar savunan ve değişmeyi, öğrenmeyi, dinlemeyi reddeden insanlar olduğu için geldi.
anneliği, çocuğun üstünde vicdanla baskı kurup, her dediğini yaptıracağını sanan insanlar olduğu için geldi.

çünkü benim ilişki gerçeğim ve başlangıcım bunlardan çok uzak. hayatımı bu tuhaf ve uygar olmayan insanlardan çok uzağa kurdum. hayatımın ortasında hep neşe ve iletişim oldu. dünyanın en sevecen olmasa da, en cesur ve sağduyulu kadınıdır benim annem. orospu ya da başbakan olmam o'nun için fark etmez. keyfim yerinde mi ona bakar. ben bunu gördüm, böyle büyüdüm. babam şimdilerde çok sağlıklı bir beyne sahip olmasa da, hep çok komikti. "ben erkek arkadaşımla birlikte yaşayacağım" dediğimde "senin kararların pek isabetli değil, emin misin?" demişti. gerçekten de sürmedi o ilişki, çünkü yine isabetsiz bir karar vermiştim.

zihin insana ne acayip oyunlar oynuyor değil mi? nereden nereye...
romantik başlayıp, öfkeyle sonlandırdık. zaten bloglar iç dökmek ve beynimin içini sakinleştirmek için var... kalbimin kırık ve kara olduğu doğrudur ama hızla iyileşir ve tekrar kıpkırmızı güzel günlerine döner. canım kalbim, canım beynim... kışa süper gireceğiz, söz veriyorum ama bu sonbahar beni affedin olur mu? 

16 Eylül 2019 Pazartesi

this version of me...


this version of me wasn't built overnight.
this is experience.
this is pain.
this is insecurities.
this is abuse.
this is depression.
i had to go through things to get to the level i'm at now.

12 Eylül 2019 Perşembe

aşka düşecek sabilere öğütler...

ilk sevgilimi babama götürdüğümde; balkonda rakı içiyordu, "bu salağı mı buldun?" dedi. iki gün geçmedi, ayrıldım çocuktan.
ilk öpüştüğümde 13, ilk seviştiğimde 18 yaşındaydım. 
sayısız kez sevdim ve sayısız kez kalbimi kırdılar, bir o kadar da ben kalp kırdım.
yine de aşık olmadığım, acısından sürünmediğim bir hayat istemezdim. 
henüz aşktan yeni çıkmış bir kadın olarak; yaşadıklarımdan süzdüklerimi bu derde yeni düşecek olan sabi sübyanlara yol göstersin diye buraya yazıyorum.

1. annem "iyi muhabbet ettiğin insanla evlen, her şey biter, o kalır" der, çok doğru. muhabbet ettiğin, beraber güldüğün, komik bir şey olduğunda ilk aradığın, birlikte dedikodu yaptığın insanla ilişki çok keyifli. bundan 10 yıl önce iki farklı insanın beraber olmasının renkli, neşeli bir şey olduğuna inanıyordum. zamanla benzer insanların duygularının birbirine daha rahat geçtiğini, dolayısıyla ilişkinin daha az mücadele gerektirdiğini fark ettim. bu aynılık, aynalık, benzerlik hoşuma gidiyor artık. sanırım benim "aklımdan geçen bin türlü saçmalık, kafam ve kalbim yalnız değiliz, oh" hissine ihtiyacım var.

2. sevdiğiniz insan zayıfsa güçlü yapamazsınız. hatta yapamayacağınız bir çok şey daha var. mesela gusto sahibi de yapamazsınız. sevgiliniz birden maceraperest de olmaz. cesur ya da komik de yapamazsınız. bunlar hep romantik komedilerde oluyor ya da trajik olaylar yaşamış olmak gerekiyor. o da kaçımızın başına gelir bilmiyorum. ama birine aşık olduysanız insanın orasıyla burasıyla oynamayın değişsin diye, olmuyor zaten. hep sakil duruyor.

3. aldatmak ve üçüncü kişiler konusu biraz derin ama hafifçe bahsedersek; birisi sizi bir kere aldatırsa ve affederseniz, bir daha aldatılma olasılığınız yüzde doksan falan bence. aldatıldığınızı hissediyor ama ayrılacak gücü bulamıyorsanız kanıt aramayın. eğer kanıt bulur da ilişkiden gitmezseniz asla saygıya değer bulunmuyorsunuz.

4. bazen ilişkinin bitişe geçtiğini fark edersiniz ama veda etmeye hazır değilsinizdir. o arada türlü türlü manyaklıklar yapılır. daha ateşli sevişmeler, rutinden sapmalar, dramalar, acındırmalar, çatıya çıkıp kendini atmaya çalışmalar, kıskançlıklar, korkutmalar, tehditler... ben herhangi birinin işe yaradığını görmedim. ilişki boka sardıysa, sarmıştır. ve bana göre illa kurtarılması gerekiyorsa, birbirinden bir süre uzaklaşmak, kendi kendine kalmak, düşünmek, sorgulamak, başka şeylerle uğraşmak en iyi tedavi yöntemleri.

5. birine aşık olduğunuzda ve dahi evlendiğinizde sonsuza dek, ölüm sizi ayırıncaya kadar beraber olmak zorunda değilsiniz. mutsuzsanız, artık birbirinizi sevmiyorsanız, yorulduysanız, başka bir hayat istiyorsanız, o insanı bırakabilirsiniz. alışkanlıklar sizi tutar, genel geçer toplumsal kurallar tutar, kimi zaman çocuklar, kimi zaman para ya da aileler tutar. ilişkide başarsız olma hissi ya da adamı başkasına kaptırma hissi tutar. ilişkiye bir sürü hisle, tutunabilirsiniz.
ama ben birliktelikleri arada aşk olmadan ısrarla sürdürmenin tarafında hiç olmadım, bana göre hayat bunu deneyecek kadar uzun değil.
aşksız evliliklere, aşksız ilişkilere katlanmayın.

6. saygısız bir adamla asla beraber olmayın. yalnız kalsın o ayılar.

7. hani aldatma konusunu irdelerken, bir kere aldatan hep aldatır demiştik ya; aynısı yalan için de geçerli. birisi size yalan söylüyorsa, biraz dikkatle elli tane daha yalanını yakalarsınız.

8. telefon, sosyal medya, arkadaş görüşmesi, kıyafet kısıtlamalarını kabul etmeyin. canınız kiminle isterse onunla görüşün, onu giyin, arkadaşlarınızla istediğinizin dedikodusunu yapın ve istediğiniz fotoğrafları, yazıları saklayın; hiç kimsenin size karışmasına izin vermeyin. bunun sonu yok.

9. bir erkekten size hem baba, hem sevgili, hem koruyucu, hem arkadaş olmasını beklemek biraz fazla. erkek arkadaşınız babanız değil. zaten sizin de korunmaya ihtiyacınız yok.

devam edecek...

mother & daughter




every mother should remember that;
one day her daughter will follow her example
instead of her advice...