22 Mayıs 2018 Salı

yaklaşan seçimler ve kelebekler



yaş 18, bu deliler ülkesinde oy vermeye başladık. adımız gereği, yelpazenin soluna bastık hep "evet"i.
adada seçimler öyle sinir harbi içinde geçmez. oy kullanmaya okula gidersin; yabancı biri bile olsan grupları anlarsın.

siyasal islamcılar; mutlaka takım elbise ve makosen, sivri burun ayakkabı giyer, kravat takmaz. saçları genellikle siyah/kahverengidir ve elleri arkada beraber ayakta dururlar.
ülkücü milliyetçi grubun yaşça büyük olanları da takım elbise giyer, çoğunlukla tesbih sallar ve marlboro içer. daha genç olanları ise kot - tişört gibi rahat seçimler yapar. tümü kürtlerden ölesiye nefret eder, gençlerin bir kısmı askerden kaçmak için üst düzey asker akraba arayışına girmiştir, kızların saçları uzun, kafaları tın tındır.
kürt ve sol kesim son zamanlarda birbirine karıştı. zaten bu karmaşa ve çok renklilik kendini okul bahçesinde de mutlaka gösterir. eski tüfeklerden solcu öğretmen ile inşaat işçisi muharrem aynı şey için direnir ve o yüzden kıyafetler etnik elbise ile tozlu kumaş pantolon arasında bir yerlerde, her teldendir.
liberal sağ, eskiden anap ve dyp'nin kanatları altındayken ayırması çok kolaydı. ama şimdilerde siyasetin şirazesi hepten kaydığından, nereye ait olduklarını bir türlü bilemeyen ve oradan oraya savrulan bir grup var. onları kıyafetlerinden tanımak zor. daha çok boş bakışlarından ve her gruba yanaşıp, lafları dinlemelerinden tanımak mümkün.
dededen chp'li teyzeler ile sosyal demokrat gençleri okulun bahçesine girer girmez tanırsınız. en hararetli grup bunlardır. adada son senelerin seçim galibi olan bu kesim, değişen ülke şartlarına rağmen aydın, demokrat kalabilmiş olmanın haklı gururunu yaşar.

ben senelerdir hep zorla oy verdim. mecbur olduğum için, istemeyerek, içime sinmeyerek, öbürü kazanmasın, berisi az oy alsın diye...
çok şükür elimiz hiç sağa gitmedi. ama sosyal demokrat olmadığım halde; chp benim ekmeğimi çok yemiştir mesela. selahattin demirtaş'a, partisi tümden içime sinmediği halde oy vermişliğim vardır. valla yalan olmasın gençliğimde kimlere oy verdiğimi çok hatırlamıyorum ama bu çizgiden pek sapmadım.

bu seçim, farklı. ben ilk defa birinin adaylığını gözyaşları içinde karşıladım. mücadelesine şapka çıkardığım adamın meclise girip, beni, bizi temsil etmesine yardım edeceğim. memleketteki tüm baskılara rağmen, korkusuzca direnen ve inadına gülen bir adama oy vereceğim. sadece gazetecilik yaptığı için özgürlüğü elinden alınan ve mahkeme tutanaklarını bir kitap gibi okuduğum adama oy vereceğim. bunun keyfini size anlatamam. içimde kelebekler uçuşuyor, öyle düşünün.

şimdi avrupalı dostlara bunun nasıl büyük bir mutluluk olduğunu anlatmama olanak yok. onlar isveç'te misal, adaylarına elektronik ortamda oy verip, ertesi sabah, gazetelerde öğreniyorlar belki sonuçları. hayatlarında da marjinal değişiklikler olmuyor zaten. biri kürtaja onay veriyor da, diğeri vermiyor, ne kadar değişebilir yaşantıları?
ama bizde öyle değil. önce oy veriyoruz, sonra yakın gözlüklerimizi takıp tek tek oy verdiğimiz sandığın sonuçlarını kağıda yazıyoruz, sonra o oylarımız çalınmasın da yerine ulaşsın diye çuvalların üstünde yatıyoruz sabahlara kadar.
aynı akşam çuval üstünde yatmayan arkadaşlarımız da televizyon başında uşak'tan kim çıktı, izmir hala chp'nin mi? kayseri yine şaşırtmadı, kürtlerin başında silahlarla asker polis beklemiş hep diye tartışıyor.. ofise geliyoruz, tartışma devam. sokaklar, toplu taşımalar, dost meclisleri, rakı masaları... günlerce tartışıyoruz. elin fransızı, seçimden sonra 3 köşe yazarı okuyor, sonra bisikletle işine gidiyor. biz kör kuyularda merdivensiz kalıyoruz.

uzun sözü kısası gönlümün efendisi ahmet şık'ın da dediği gibi "kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet".