28 Şubat 2009 Cumartesi

güzel günler göreceğim...


son zamanlardaki ağır aksak gidişat yerini hızlı bir koşuya bıraktı... son 48 saat içinde yaşananlar belki 6 aya yayılsaydı ancak hazmedilebilirdi...

yaşamın önünüze neler çıkaracağını bilemiyorsunuz, dolayısıyla yapılan hesaplar ve kitaplar bir türlü tutmuyor, tutamıyor.

misal ayın sonunu rahatça getirebildiğimi düşündüğüm zamanda termosifonum patlar, dişçiye milyarlar vermem gerekir, çantam çalınır ya da bilmediğim vergi borçlarım çıkar. aile ve arkadaş arasında bu konularla ilgili çokça dalga geçilir benimle... bozulmayan beyaz eşyam olmadığından ilk baktığım şey "garanti süresinin uzunluğu"dur.

her ne kadar kabuk değişimi beni heyecanlandırsa da, bulunduğumuz zeminin yumuşaklığı gözümü korkutuyor. tünelin sonundaki ışığı da zar zor görüyorum.

ama hayatlarımızdaki bu hızlı değişiklikler eminim bizlere iyi gelecek... ikocum yeni evindeki yeni hayatında çok mutlu ol... istersen dünyanın öbür ucuna taşın ben yine geleceğim, yemeklerini yiyeceğim ve benim için yaptığın odada kalacağım...

bense hayallerimin peşinden koşacağım. herşeyi göze alarak... çünkü "diren"mek gerek... çünkü kalbime söz geçiremiyorum. çünkü esas olan mutluluktur... çünkü hiç birşey için geç değil... çünkü gelecek güzel günlere güveniyorum...

o zaman geleceğe içelim bu gece...

19 Şubat 2009 Perşembe

1. cemre


cemre olayı, bilimsel midir, değil midir bilmiyorum. bu lafı soru kabul edip, yorumlar kısmına uzun uzadıya iklimsel detaylar yazmayın lütfen.

havaya, suya ve toprağa düştüğü varsayılan cemre konusu benim hep içimi ısıtmıştır. onlar düştükçe hava ılıklaşır, erik ağaçları beyaz beyaz çiçek verir, paltolar mont olur, sosyete olanlar güneş gözlüklerini takmaya başlar, elele yürüyen çift sayısında artış görülür, kafeler dışarıdaki masalarını faaliyete geçirir, çizmeler tercih edilmez olur, hava geç kararır, insanoğlu işten çıkıp direkt eve gitmek istemez, beyoğlu bir hoş olur, ada daha da hoş olur...

bugün 1. cemre düştü...

boğazım şiş, halsizim, para sıkıntısı diz boyunu geçeli çok oldu, çok istediğim sinema sektörüne henüz giriş yapabilmiş değilim, kendime çok az vakit ayırabiliyorum ama hiç birşey umrumda değil. hazır cemre de düşmüşken, moda'da simit-ayran ikilisi eşliğinde sohbet etme zamanıdır şimdi... aşık olma ve diz dize oturma zamanıdır şimdi... beklediklerine kavuşma zamanıdır şimdi...

iko'ya sevgiler :)
not : resim tarkan çiçek'e aittir...

17 Şubat 2009 Salı

seni seviyorum, çünkü...


yağmur ve soğuğa rağmen, beşiktaş iskelesinde beklediğin için

sabahın 6'sında balkon kapısını tıklattığın için

gülen, sıcacık gözlerin için

güzel sümbüller ve harika fulyalar için

hatta onları gazete kağıdının arasına saklayarak getiren halin için

deniz otobüsündeki tanışma hikayemiz için :)

sabahları biskremle kahvaltı etmek sana acayip gelmediği için

bold pilot'ı bildiğimde şaşıran suratın için

adadaki güzel manzaralı merdivenlerde benimle sigara içtiğin için

telefonunu hiç kapatmadığın için

harika almanca konuştuğun için

çok saçlı, esmer kız çocuğu hayallerime ortak olduğun için

ağladığımı duyduğunda koşarak gelip beni sakinleştirdiğin için

hep çok güzel koktuğun ve sarıldığın için

dün koltuktaki 5 dakikalık huzurlu uykun için

telaşlı halin ve eve dönme sendromun için

evdeki toza karşı olan alerjin için

muhteşem yüreğin için...

seviyorum seni...

15 Şubat 2009 Pazar

yumurtalı ekmekli kahvaltı...

yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem,
ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı...
cemal süreyya

pazar günlerinin banyo ve çamaşır günü olduğu zamanlarda, haftasonu kahvaltıları da kutsaldı... kahvaltının bir "ana malzeme"si vardı. peynir, zeytin, bal, reçel falan da ona eşlik ederdi. ana malzeme bazen simit, bazen börek, bazen de yumurtalı ekmekti... ben yumurta delisi olmamama rağmen, sofraya getirdiği o "emek verildi bu sofraya" hali ve içtenlik durumu beni çok etkilerdi. eve davet edilmiş ya da cumartesiden bizde kalmış dostlarla masa daha da şenlenirdi...

o masalardan birinde, ortaya gelen sucuklu yumurtaya bakıp "anne, bu ne?" diyerek, annemi rezil ettiğimi ve arkadaşlarının "ilkincim, bu çocuğa hiç mi sucuklu yumurta yedirmiyorsunuz?" dediğini hatırlıyorum... hala söylenir bu konuda :)

bu yazıyı da ne zamandır yumurtalı ekmek yemediğimi farkettiğim için yazıyorum. hafta içleri koşarak işe gittiğimden, haftasonları da tek başıma olduğumdan özene bezene hazırlanan kahvaltılardan uzağım artık...

bu koca ve kalabalık şehirde, insanları ittire kaktıra kendime yer açmaktan, onları geçeceğim diye daha fazla çalışmaktan, sürekli olarak yolda geçirilen zamanı hesaplayıp buna hayıflanmaktan, kazandığım paranın hiç yetmemesinden, 360 günü yazın gideceğim 1 haftalık tatili düşünerek geçirmekten sıkıldım...

yaşasın yumurtalı ekmekli kahvaltılar, kahrolsun çalışma hayatı!