18 Ağustos 2017 Cuma

aşk bütün suçları yasallaştırır




bir kadını cazip yapan ne göğüs ölçüsü ne de giydiği kıyafetler...
ne bulunduğu konum, ne de 10 parmağında 10 marifet olması...
ne ünlü ve zengin olması ne de parmak ısırtan yemekler yapması...


cazibe; kadının kocaman kahkahasında, öz güveninde, samimiyetinde, dostlarla kurulan muhabbetli sofrada espriyi patlatıp herkesi güldürmesinde...


cazibe; küfürün ağzına çok yakışmasında, kitap okurken hayallere dalmasında, babasıyla şakalı komikli konuşmasında, dünyayla derdi olmasında...



cazibe; hatasını kabul etmesinde, hayallerinin bile alçak gönüllü olmasında...


cazibe; aklıyla kalbi arasındaki mesafenin kısa olmasında, ağlamamak için kendi zor tuttuğundan sesinin titremesinde ama bunu fark ettirmemeye çalışmasında...



cazibe; 'kadının yatakta orospu, mutfakta aşçı, dışarıda hanımefendi' olması gerektiğini düşünen aptallara haddini bildirmesinde...



cazibe; tığ teber şah-ı merdan kalacağını bilse de gitmeye karar vermesinde...



cazibe;  canının acıyacağını bilerek karanlık tünele girmesinde ve bundan hiç pişmanlık duymamasında... 

cazibe; "aşk, bütün suçları yasallaştırır" demesinde...

28 Haziran 2017 Çarşamba

sevimmm



sevimmm, koş katil geldi!
:)

kitchen counter



i want to sit on a kitchen counter in my underwear at 3 am with you and talk about the universe...

12 Haziran 2017 Pazartesi

nalet gelsin o öküze...



murhpy kanunu 1; bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
murphy kanunu 2; bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.

bir kaç gündür göğsüme oturan öküz ile uğraşıyorum. neşemi, enerjimi ve hayata karşı olan bağlılığımı çaldı. ben depresyon, daimi mutsuzluk ve motivasyon eksikliği falan bilmem, bunlar bana uzak hisler. bir şey ters giderse, iki gün karalar bağlarım, sonra "ver halayı, hoppaaa" bir insanım. her gün "kesin bugün harika şeyler olacak, kelebekler, çiçekler, kalpler" diye uyanıyorum ama yok olmuyor, nefessizlik devam.

şimdi size sadece bugün olanları yazıyorum (üstelik gün daha bitmedi...)

08:25 itibariyle işe gitmek üzere arabaya bindim. işe varıp, masama oturduğumda 13:30'du. trafikte sinir krizi, panik atak, anksiyete ne varsa hepsini geçirdim. köprüde çalışma olduğu için 5 saat arabanın içinde aç, susuz ve bitti bitecek telefon şarjımla oturdum.

beyaz tişörtümün üstüne ve eteğime baştan aşağı makarna sosu döktüm. işten sonra yapacağım her etkinliği iptal etmek zorunda kaldım. az önce astım ikisini de, tabii ki lekeler çıkmamış.

su dolu bardağı kırdım, temizledim. 40 saniye sonra bir bardak daha kırdım, yine temizledim. sonra camın üstüne basıp, ayağımı kanattım. şimdi topallıyorum.

oyun oynadığı sanan kuş beyinli kedi, sırtıma atladı ve baştan aşağı çizdi. 

ama asıl bomba en sevdiğimden geldi. kalbimi eline bıraktığım adam, o kalbi aldı, avucunun içinde sıktı sıktı sıktı, suyunu çıkardı. bütün gardım düştü.
göğsümdeki öküz daha da ağırlaştı.
sorgulama, soru işaretleri, "napıyorum lan ben"ler, beyin - kalp atışması, kesik kesik nefes alma, ota boka dolan gözler, arabesk şarkılar, kendine acıma - kendine güvenme, hayata isyan, daha önceki mallıklar ile ilgili anıların gözde canlanışı, pişmanlık, "bile bile lades" kafasına çıkma, hak etmeler - etmemeler, hata ettiğini farkına varma, beklentileri sayma, beklentilere gülme, kendine kızma, kendini affetmek için mazaretler bulma, istiklal marşı ve kapanış...

3 gün sonra tüm sıkıntılarımı, ege'nin sularına bırakmayı diliyorum.
denizin üstünde sırt üstü yatıp, kulağımı suyun tıkamasına izin verip, gözlerimi kapatıp, güneşe bırakacağım kendimi.
biraz da güneş yaksın...

not: amannn, seninki de dert mi? dünyada açlık, sefalet, ölüm var diyip benim canımı sıkmayın. evrenin derdini tasasını yazacak değilim, kendi minnoş dünyam bu...

25 Nisan 2017 Salı

varlığım...


varlığım, kimsenin lunaparkı değil.
varlığım, kimsenin boş zamanlarının değerlendirildiği yer değil.
varlığım, kimsenin tamirhanesi değil.
varlığım, kimsenin tedavi merkezi değil.
varlığım, kimsenin varlığına armağan değil...

ben varım seversen, böyle dümdüz.

6 Nisan 2017 Perşembe

cadılar ve masallar




bizde "ilk olana" övgü bitmez. ilk aşk, ilk araba, ilk iş, ilk gece, ilk eş vs... ilk aşkımız çok muhtemelen en salak olduğumuz zamanlar olmasına rağmen, üzerine ne derin ne acılı aşklar yaşamış olmamıza rağmen ille de hatırlanır. ilk gecemiz, müthiş acemice geçmiş olmasına rağmen ille de ilk seks deneyimi olduğu için hafızalarda en şık yerde kendine bir koltuk bulur.

misal masallardaki cadılar hep kralın ikinci karısı. ilk karısı, o güzel ve iyi niyetli müthiş kadın mutlaka ölmüş olur ve masala adını veren baş kahraman ikinci ve kötü üvey annenin insafına kalır. mal kral da bir türlü bu paragöz, pis kadının yaptıklarını görmez. artık nasıl gözü boyandıysa...

masallarda bilinçaltına şu yazılıyor kanımca: bak ufaklık, eğer kadınsan, kıymetli ilk deneyimini kocanla yaşa ve ondan asla boşanma. eğer erkeksen ilk eşinden asla boşanma, ikinci hatun paranı yer ve çocuklarına kötü davranır.

halbuki cadı dediğin bin bir türlü özelliğe sahiptir:
bir kere zekidir. kendi arabası ya da masallara göre süpürgesi vardır, üstelik uçabillir.
kendi çocuklarını korumak için deli gibi çabalar, hakkını arar.
moda konusunda farklı ve kendine has bir tarzı vardır.
şeytanla ya da benzeri kötülerle arası iyidir (çünkü network her şey!).
iksir, şifa, aromaterapi  gibi şeylerden çok iyi anlar, her derde deva ilaçlar yapar.
kimse onu sevmese de bunu önemsemez ve hayatına devam eder yani kendine yeter ve kendine güvenir.
din iman bilmez ki bu da onu ateist yapar, dolayısıyla dünyayı dini açıdan değil, bilimle anlamaya çalışır.
ne ejderha ne karanlık ne de savaşmaktan korkar, cesurdur.
sayıca azdır, bu da onu kıymetli yapar.

ezcümle; cadıların bu güzelim yeteneklerini göremeyen aptal erkeklere sevgiyle...

4 Nisan 2017 Salı

ölmeden önce...



ölüm döşeğindeki insanlara; hayattaki en büyük pişmanlıklarını sormuşlar. sıralama şöyle:

1. keşke başkalarının benden beklediği hayatı sürmek yerine; düşlerimi gerçekleştirme cesaretim olsaydı.
2. keşke bu kadar çok çalışmasaydım.
3. keşke duygularımı dile getirme cesaretim olsaydı.
4. keşke arkadaşlarımla ilişkilerimi sürdürseydim.
5. keşke kendime daha çok mutlu olmak için izin verseydim.

"keşke daha çok gülseydim" ve "keşke aptalca şeyler yapmaktan korkmasaydım" diye de cevaplar var ama ilk 5 yukarıdaki gibi...
"keşke daha çok çalışıp, para kazanıp, lüks içinde yaşasaydım" diyen olmamış.

yapmak istediklerimiz ve yaptıklarımız arasındaki uçurum o kadar derin ki bence hayal kurmayı bile unutuyoruz. kendimizi sürekli (para - zaman - elalem) üçgenine hapsediyoruz.
ne işlerimizi, ne yaşadığımız şehri ne de beraber yaşadığımızı insanı seviyoruz. ama değiştirmeye de bir türlü cesaret edemiyoruz. istiyoruz ki birden mutluluk gelip bizi bulsun, öylesine pat diye...
benim bildiğim mutluluk; peşinde koşulan bir şey, yattığın yerden beklenen bir şey değil.

beni bu 5 pişmanlık çok rahatsız etti. o yüzden karşılığında ben de 5 hayalimi yazıyorum:

1. 5 senede, 5 ülke seyahati. (biri mutlaka küba)
2. daha sade ve doğal bir yaşam
3. denize yakın, bahçeli bir taş ev
4. öykü kitabı
5. hayatımda daha çok kitap, film, müzik, tiyatro, doğa, çocuk ve dost sohbeti olmasına olanak sağlayan bir iş hayatı

ülke hayal kurmaya pek müsait değil elbet ama ölmeden de tabuta girmesek di mi? :)

3 Nisan 2017 Pazartesi

rakıya...



ilk rakısını babasının elinden içmiş olan kızlardan kötülük gelmez.

30 Mart 2017 Perşembe

batsın bu dünya


herman hesse haklı: bazılarımız dayanmanın bizi güçlü kıldığını zanneder ama bazen bizi güçlü yapan bırakmaktır.

yani diyorum ki; hayatımız, daimi mutsuzluğa katlanmak için çok kısa... zaten aslında herhangi bir şeye "katlanmak" için kısa...
çünkü "katlanma"nın en yakın arkadaşı "pişmanlık". onun en yakın arkadaşı "keşke"... onun en yakın arkadaşı da "bu yaştan sonra olmaz ki". evet 4'ü en yakın arkadaşlar... birini tanıyınca mutlaka diğerleriyle de tanışıyorsun. ve tanıştığına hiç memnun olmuyorsun.

çocukken 40 yaşında ölünüyor zannediyordum ben. şimdi yaş 40! bok gibi hızlı geçti lanet zaman... acı çekerken bu kadar hızlı geçmez, mutluyken gözünü açıp kaparsın yıllar geçmiş....

ne oldu? kafalar karıştı tabii... tamam o zaman orhan gencabay ile bitirelim madem.
batsın bu dünya, kaderin böylesine yazıklar olsun :)

29 Mart 2017 Çarşamba

hay ben...


dünyada 8 milyar insan var, belki daha fazla!
ama ben sadece biriyle mutlu oluyorum...
şansıma sıçayım...

24 Mart 2017 Cuma

inanmak lazım!

dünyayı güzellik kurtaracak diyen şairlere inanmak lazım...
insana isminin verdiği bir güç var, inanmak lazım...
doğada pazartesi sendromu olmadığına, hep cumartesi neşesi olduğuna inanmak lazım...
aşkın insanı yerden yere vurduğuna ve göklere çıkardığına, sonra tekrar taa tepeden aşağı bıraktığına inanmak lazım...
başarısız olmaya da hakkımız olduğuna inanmak lazım...
güneşe, dostluğa ve gülümsemenin gücüne inanmak lazım...
direnmenin herkesi güzelleştirdiğine inanmak lazım...
güzelliğin pahalı kremler ve selülitsiz popolardan ibaret olmadığına inanmak lazım...
dürüstlüğün yalandan daha kolay olduğuna inanmak lazım...
teknik olarak 2'nin 1'den büyük olduğuna ama o 1'in bazen kocaman ve güçlü bir 1 olduğuna inanmak lazım...
işini sevmenin mutluluk için önemli olduğuna inanmak lazım...
sevginin iyileştirici gücüne inanmak lazım...
sporun hayatımızın bir parçası olması gerektiğine inanmak lazım...
genel geçer ahlak kurallarına karşı durmanın önemine inanmak lazım...
68 ruhuna, müziğe, düş kapanlarına ve kitaplara inanmak lazım...
çantasında kitap, hıdrellez uğur parası ya da yelpaze olan insanın iyi olduğuna inanmak lazım...
utanan insanlara inanmak lazım...
paylaştıkça çoğalacağına inanmak lazım...
vicdanın, dinden daha güçlü olduğuna inanmak lazım...
tiyatronun, doğanın ve muhabbetin beyin açtığına inanmak lazım...
bazen birini öldürmenin bile geçerli sebepleri olabileceğine inanmak lazım...
iyinin, kötünün, doğrunun ve yanlışın değişebilir ama gerçeğin değişmez olduğuna inanmak lazım...
yaptığın şeyde iyi olursan, gelip seni bulacaklarına inanmak lazım...
gelenek göreneklerin insanı muhafazakar yapmadığına inanmak lazım...
ön yargının kötü olduğuna ama 6. hissin palavra olmadığına inanmak lazım...
her şeyi de evrenin insafına bırakmanın iyi bir fikir olmadığına, emek verip çalışmanın önemine inanmak lazım...
neşeli insanların hep mutlu olmadığını bilmek ama neşenin gücüne de inanmak lazım...

bugün cuma, hava bahar, o zaman aşka inanmak lazım :)


23 Mart 2017 Perşembe

agahagahaagaahaghaghhaagaahaggahahaa



başlıktaki a, g ve h'ler bağırma sesi... yani şöyle; kimsenin beni duymayacağından emin olduğum bir yerde, yüksek kayalıklardan denize karşı, kollarımı iki yana açarak bağırıyorum aslında.

çok sarhoş olup, yaptığından sorumlu tutulmaz ya hani insan; bir de ondan olmak istiyorum. duvarsız, ayıpsız, kontrolsüz konuşmak istiyorum. bir dediğim bir dediğimi tutmak zorunda olmasın istiyorum. bir seferliğine tutarsız, hatta gurursuz olmak istiyorum. düşmekten korkmamak istiyorum ve birinin bana "düşebilirsin, düşsen de beraber kalkarız gerizekalı" demesini istiyorum.
o gurursuz ve muhtemelen çok kusmalı, ağlamalı ve gülmeli gecenin sonunda; yatağıma yattığımda ve dünya fena halde döner döner ve dönerken birinin benim üstümü örtüp "seni çok seviyorum" demesini istiyorum. bir de alka seltzer hazırlasın. ve sabah da "pis sarhoş" desin...

karada debelenen balığa benzeyen bütün aşklara ve balığı denize atmayı başaran bütün aşıklara...

30 Ocak 2017 Pazartesi

distance


the scariest thing about distance is;
you don't know whether they'll miss you
or forget about you...

the notebook

9 Ocak 2017 Pazartesi

kar mar


4 gündür yağıyor meret. bu kadar uzun sürünce, kanada'ya yerleşen izmirli'nin hikayesi gibi olduk. tüm sosyal medya, kar fotoğrafları ve videoları ile doldu. teröre, bombalara, ölümlere, kötü giden ekonomiye ve hatta tümden ülkenin boktan gidişatına ara verdik. herkes bir nefeslendi, kar bitsin küfür kafir tekrar başlayacağız.
biz karla uğraşırken mecliste yeni anayasa ile ilgili bir takım şeyler oylanıyor ve hatta kabul edilip geçiyor. ülke rejim değişikliğine koşar adım gidiyor. biz de çaresizliğimizle oturuyoruz. tarihte "ülkenin yönetim biçimi değişirken evde oturup dizi izleyen mal kitle" olarak anılacağımızdan hiç kuşkum yok.
memlekette itiraz edilip, karşı durulacak o kadar çok şey var ki, belki de hangisinden başlayacağımızı bilemiyoruz.
ben kendimi hiç iyi hissetmiyorum mesela. her sabah yatakta yuvarlanıp, bir türlü kalkamıyorum. sürekli bir ağlama isteği var içimde. yaşlılar gibi ota boka gözlerim doluyor. hayat neşemi ve enerjimi kaybettim. kendimi kitaba, tiyatroya, yazıya, çiziye, iyi olduğu söylenen dizilere verdim. gerçi orası biraz hayırlı oldu ama genel durumum içler acısı. bence ülkece depresyona girdik. depresyona girmeyen de aklını yitirmiş gibi davranıyor. tek kelime ingilizce bilmeyen ve cebinde dolmuş parası bile olmayan bir arkadaşım amerika planları yapıyordu ve çok ciddiydi bunu anlatırken. başka bir arkadaşım -ki neredeyse hayatı boyunca orta sağ fikirlere sahip olmuştur- telefonunun dinlendiğini düşünerek hükümet eleştirisini "konuşmayalım bunları telefonda" diyerek yarıda kesti. ben bile kış saati uygulamasının tamamen bizi manyak etmek için yapıldığı düşüncesindeyim. kar yağmasına bile sokaktaki insanı ve hayvanı düşünmekten sevinemedim. metrobüste soğuktan yüzünü gözünü kapatmış herkesi canlı bomba sanıyorum. ama bu paranoya sadece bana ait değil, onu biliyorum. gerçi aslında hiç bir konuda yalnız olmadığımın farkındayım. delireceksek, hep beraber delireceğiz, bunu bilmek çok rahatlatıcı.
umutlu, çiçekli, mavili şeyler söylemek istiyorum yazının sonunda. ama kendi samimiyetsizliğimden tiksindim. yok içimde umut falan, umarım sizde vardır herkese yetecek kadar. aman kendinize yetse de olur...

not: üstteki fotoğraf benim ev, dizi narcos. alttaki fotoğraf da evin önü. evden çıkmak için snowboard bilmen lazım ama biz kaseyi kırsak da önemli değil. sonuçta bir jlo değiliz...