23 Ekim 2019 Çarşamba

arada nutella ile kendimi boğasım geliyor



the biggest lie that we're told is: 
"to be with someone who makes you happy". 
nah, sis. happiness is something you create on your own. 
be with someone who adds to it.


mutlu olma, yüksek olma, neşeli olma baskısından yıldığım zamanlardayım. bazı sabahlar yatakta öylece tavana bakıyorum. bazı akşamlar eve gelir gelmez, üstümü bile çıkarmadan uyuyorum. bazı geceler 5 milyon defa uyanıp telefona bakıyorum. bazı günler pijamalarla çıkmak istiyorum evden. bazı zamanlar çalan telefona bakmak istemiyorum ve kimin aradığının bir önemi olmuyor. bazen müzik dinlemekten, dizi izlemekten, koltukta oturmaktan, işten fenalık geçiriyorum, bileklerimi dikine kesesim geliyor sıkıntıdan. bazen 4 saat bekliyorum duşa girme gücüm gelsin diye. bazen trende çığlık atıp, sonra hiçbir şey olmamış gibi devam etmek istiyorum. bazen sürekli yemek sonra yediklerimi kusmak istiyorum. arada nutella ile kendimi boğasım geliyor. bazen aynada kendime acıyorum ve ağlıyorum. bazen iğrenç şarkılar söyleyerek duşta 1 saat kalıyorum, bunun için taburem bile var. bazen kitabı açıyorum ve kapatıyorum, sonra tekrar açıp, tekrar kapatıyorum ve sonra tekrar açıyorum. bazen kötü türk filmleri izliyorum. bazen koltuktan 24 saat kalkmıyorum. bazen hava gri diye içten içe seviniyorum. bazen bir sıcaklık ayak parmak ucumdan başıma kadar sarıyor beni ama nasıl bi sıcaklık, ateş gibi, soluk alış verişim hızlanıyor, kalbim sıkışıyor, sıkıntıdan ölecek gibi oluyorum. bazen bir sigara yakıyorum ve zorla başımı döndürüyorum. kimi zaman gözlerimi kapatıyorum ve önüme bir sürü anı geliyor, film gibi izliyorum. çok üzülüyorum, çok kırgın oluyorum, çok öfkeleniyorum, çok düşünüyorum.

sonra geçiyor...
ama bunlar hiç gelmemiş gibi yapmak istemiyorum. geliyor çünkü...
her zaman iyi olmak zorunda hissetmiyorum artık kendimi. inişlerim çıkışlarım var.
çıkışlarım çok tatlıdır ama, tanısan seversin aslında :)

21 Ekim 2019 Pazartesi

biz kapılarda karşılarız, aşkı da ayrılığı da...



biz aşkı bulunca minnet ederiz ama hayata tutundurduğu için, açtığı kapılaradır minnetimiz, kapattıklarına değil.

başladı sakince anlatmaya:

"bizim büyük dede, evlendikten 3 ay sonra trablusgarp harbi'ne gitmiş asker olarak. çok da sakin adammış, çok sabırlı. bir sürü saçmalık olmuş, bu gitmiş ingilizlere esir düşmüş, italyanlara bile değil. dil de bilmiyor, doğru dürüst kayıt yok kuyut yok. kendini hindistan'a giden bir gemide bulmuş. bir süre orada çalıştırılmış. sonra bakmış olmuyor, kaçayım demiş. bu kaçayımlar cepte para bittikçe bir yerde kimliksiz, isimsiz üç otuz paraya çalışıp yeni bir illegal yol bulmakla oluyor tabii. ne uçak var, ne hızlı tren. dönmesi tam 12 sene sürmüş. sakalı göbeğine ulaşmış halde varmış evin kapısına.

taze gelin bıraktığı karısına kavuşmanın sevinciyle. o kadar badireye rağmen, elinde rengarenk ipek bir şal hindistan'tan, bir de boncuk bileklik.

kapıyı 4-5 yaşlarında bir çocuk açmış, ardından kucağında 2 yaşında bir bebeyle, karnı burnunda karısı çıkmış.

kime baktınız, kocam evde yok demiş.

büyük dede, sizin demiş, ilk kocanız ismet miydi? kadın paniklemiş, ne oldu neden sordunuz?

ismet size selam söyledi, bunları gönderdi, dedi ki "ben, ona kavuşmak hayalim olmasa hayatta kalamazdım. çok öleyazdım, hep onu düşünüp dayandım. haberi geldi, beni beklememiş, canı sağolsun, bana ömür verdi."

kadın gözlerini kurulamış. sağ mı? demiş. sesinden bile tanımamış ismet'i. sağ sağ demiş ismet dede. hem de ne sağ. malikane yaptırdı okyanus ötesinde, bahçesinde meyve ağaçları var, mermerden süs havuzları. hep seni yanına aldırmayı hayal ediyordu. her şey tamam olsun diye bekliyordu. duyunca çok üzüldü ama canı sağolsun dedi işte, neyim varsa onun sayesinde dedi. hakkını helal edecekmişsin.

kadının gözleri kocaman açılmışken, dönmüş ardını gitmiş. başlamış çalışmaya, hırsla. önce hamallık, toptancılık, kabzımallık derken 20 sene sonra başkentin en iyi otellerinden birini açıyor, sonra bir gece kulübü, sonra bir tekstil fabrikası... içinde mermer havuzu olan, meyve bahçeli evi de oluyor, yazlıkları da... 3 kere evleniyor, 6 çocuğu, 14 torunu oluyor. babamlar bile hala ondan kalanları yöneterek yaşıyor, ben kaçıncı nesilim, bu şarabımız bile sayesindedir.

bizim ailenin en büyük hikayesi ismet dede olduğundan herkes onun hayatını feyz alır. "ben esir düşmesem, kurtuluş savaşı'nda ölecektim, o kadını sevmesem dönmeye çalışmayacaktım, kalbim kırılmasa böyle hırslanmayacak, böyle bolluk görmeyecektim." dermiş.

biz kapılarda karşılarız, aşkı da ayrılığı da...
aşk hayatta tutar, acısı insanı kırbaçlar...

ayşen şahin aksakal  // bavul dergisi 2019 ekim

gerçek bir kedi insanıyım





şu iki canavarın insanı olduğum için çok ama çok mutluyum. hayatıma neşe, anaçlık, sorumluluk, sevgi ve manyaklık getirdiler.
eski sevgilimin yaptığı en iyi şey bu tipleri tutup eve getirmek sanırım. her aklıma geldiğinde kendisini öfkeyle, kedilerimi mutlulukla anıyorum.
geldiklerinde miniciktiler, özellikle viski'nin ilk bir senesinde defalarca bölünen uykumun, günlük hareketlerime yavaşlık ve salaklık getirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim. uykusuzluktan her şeyi bir kaç defada ancak anlayan, beyni tam randımanlı çalışmayan bir insan olmuştum. hala uyurken, ıslak burnunu benim burnuma değdirip uyandırıyor, kafa atıyor ve ayaklarımı ısırıyor. bunu öğle saatlerinde yapsa gerçekten sıkıntı yok ama rüyanın en güzel yerinde tam beyaz atlı prens beni kollarına almış ateşli bir öpücük kondururken yapınca sinirim zıplıyor. 
tekila ve viski birbirinden çok farklı iki kardeş oldular zamanla. karakterlerinin tabana tabana zıt olduğunu anlamak için beraber beş dakika geçirmek yeterli.
biri chp'li emekli albay, diğeri mhp'li minibüs şöförü.
biri sakin, diğeri deli.
biri güzel, diğeri çirkin.
biri sessizlik, yalnızlık seviyor, diğeri evde insanlar olsun da onları rahatsız edeyim diye bekliyor.
biri yemeğini bir solukta yiyor, diğeri gide gele keyfini çıkara çıkara bitiriyor.
biri elektrik süpürgesinden ölesiye korkuyor, diğeri süpürgenin üstüne çıkıp evi beraber geziyor.
biri çiçek yiyor, diğeri çiçeklerin toprağını eşeleyip evi bok ediyor.
biri bağırınca odadan çıkıyor, diğeri perdeye asılıp sallanıyor, bağırsan da inmiyor.

sizi çok seviyorum canım çocuklarım...
iyi ki geldiniz...

14 Ekim 2019 Pazartesi

hoşgeldin...



kalp kırıklığıma aldırmadan beni eğlendirdiğin için,
çiçek böcek yerine, her gün yeni bir çorapla çıkıp geldiğin için,
10 sene geri gidip, bütün blogu okuduğun ve bana "sorular listesi" çıkardığın için,
arabaya abuk subuk notlar bıraktığın için,
ki'ler de'ler ve mi'ler konusundaki hassasiyetin için,
diplomamı bulamayıp evi talan ettiğimde benimle beraber aradığın için,
ve
seyahat edeceğim ülkelerle ilgili gezi rehberi hazırlamaya üşenmediğin için çok teşekkür ederim.
hoşgeldin...

7 Ekim 2019 Pazartesi

pişti



karo 10...

"vale" gibi genç ve yakışıklı, "kız" gibi süslü ve kendinden emin, "papaz" gibi zengin değildir. oyun sırasında, vale, 10'luyu alır, kendi tarafına dahil eder. ama 10'lu gelince, oyunun seyri değişir. vale neşelenir, diğer kağıtlar kendilerini güçlü hissetmeye başlar, renkler daha renkli, kahkahalar daha yüksek sesli olur.
10, kendisinin yalnızlığına ve tekliğine rağmen etrafındaki tüm kağıtlara destek olur. hepsine, her şeyin üstesinden beraber gelebileceklerini, yeni oyundan korkmamaları gerektiğini anlatır.

zaman akar, oyun biter. önündeki tüm kağıtları eline alır, sağından solundan hafifçe vurup düzeltirsin. sonra da değerli kağıtları tek tek kenara ayırmaya başlarsın.

karo 10 (yani bir diğer deyimle güzel 10'lu) destenin en değerli kağıdıdır. ne vale gibi 1 puan, ne pişti gibi sadece bir seferlik 10 puandır. her zaman, helalinden, durum ne olursa olsun kocaman bir 3 puandır.

güzelim karo 10'lu, sende olduktan sonra oyunu kimin kazandığının ne önemi var ki? önümüzde kaybedilecek ya da kazanılacak bir sürü oyun var...

bütün "güzel 10" kadınlara; 
sinek 3 ve maça 7'lerle geçen hayatımız; dilerim bir kupa valesiyle şenlensin ve aşk hepimizi sarıp sarmalasın...