19 Kasım 2015 Perşembe

ne zaman geçer?

sanırsın bir büyük içtim. hafızam, filmlerdeki gibi süratle bir tünelden geçiyor geçmişime doğru. 3 - 4 yaşındayım, babam askerden gelmiş, sokakta oyun oynuyorum ve saçsız, sakalsız babamdan korkuyorum. 7 yaşındayım, okul yolundaki, koca boş arsanın eskinden prensesin sarayı olduğunu hayal ediyorum ve ders çıkışında sürekli o parlak tacı arıyorum. 12 yaşındayım, okulun müdiresini hakkımda dedikodu yaparken duyuyorum, "çok mübalağlı hareketleri var" diyor benim için, 1 hafta elimi kolumu oynatmadan konuşmaya çalışıyorum. 15 yaşındayım, diskoda kıyafet balosuna gidiyorum ama halk oyunları kıyafetlerimle, utanıyorum. 18 yaşındayım, seviyor. 24 yaşındayım, kalbim kırılıyor. 28 yaşındayım, iş hayatı hırpalıyor. 35 yaşındayım, hayallerimin yarısını bile gerçekleştirememişim. 38 yaşındayım, kalbim kırık ama umudum var.

- gel bakalım küçük diren, otur yanıma da biraz dertleşelim. anlat bakalım. niye ağladın?

- gitti.

- kim gitti?

- oynuyorduk burada.

- niye gitti?

- benimle oynamak istemiyormuş.

- başka oyun arkadaşları bulursun.

- istemiyorum.

- niye seninle oynamak istemiyormuş?

- başka arkadaşlarla oynayacakmış. sıkılmış benden.

- böyle mi dedi sana?

- evet. sevmiyormuş artık benimle oynamayı.

- bir tek o mu var oynayacak?

- hayır ama en güzel o oynuyor.

- belki en güzel o oynamıyordur?

- bilmiyorum.

- sana uçan balon alalım mı?

- hayır.

- neden?

- uçup gider.

- gitsin, gökyüzüne gidecek.

- gitmesin.

- dondurma yer misin?

- yok.

- belki seni üzdüğünü farkına varmamıştır bunları söylerken?

- giderken beni itip yere düşürdü ama.

- hmmm, pek güzel bir hareket olmamış o. belki de kötü bir arkadaştır.

- bebeklikten arkadaşız biz onunla. kötü değil o.

- ama seni itmiş yere düşürmüş.

- ....

- gel yürüyelim biraz. bu top senin mi?

- yok, ikimizin. harçlıklarımızı biriktirip aldık.

- ağlama artık.

- ağlamıyorum. gözüme bir şey kaçtı.

- hadi sil gözyaşlarını, seni annene götüreyim.

- istemiyorum. biz o'nunla hep akşama kadar oynardık, hiç eve gitmezdik. hep oynardık. annemler çağırırdı, yine de gitmezdik. dondurma yerdik, topla da oynardık. aşağı mahalleye kaçardık. oradaki çocuklarla savaşırdık. bir keresinde kafama taş gelmişti de, bütün çocukları dövmüştü. sonra "ben varken sana kimse bir şey yapamaz" demişti.

- sana kimse bir şey yapamaz zaten.

- o varken korkmazdım ben, dere kenarına bile inerdik. bir keresinde suya ayağımızı bile sokmuştuk. soğuktu ama hırkasını verdi bana.

- yine inersin dere kenarına, tek başına inersin, olmaz mı?

- üşürsem?

- sıkı giyinirsin.

- niye sıkıldı ki?

- bilmiyorum.

- ben güzel miyim?

- güzelsin tabii, çok güzelsin.

- saçlarım mı çirkin?

- hayır, her yerin güzel.

- bir keresinde ellerim boyanmıştı, "çok çirkin oldun" dedi.

- öyle demek istememiştir.

- büyüyünce üzüntüm geçer mi?

- geçer.

- ne zaman büyürüm?

- istediğin zaman.

- hemen büyüyim o zaman.

- ah bu erkekler, kızları hep çalışmadıkları yerden üzüyorlar.

- hı

- yok bir şey, hadi annen merak eder.

18 Kasım 2015 Çarşamba

t'siz...

- hişt! sen. gel böyle. o elindeki ne?
- ses kayıt cihazı
- ne yapıyorsun onla?
- söylediklerini kaydediyorum
- niçin?
- enteresan geldi
- adın ne?
- emrah
- emrah ne?
- serbes. sonunda t yok
- memnun oldum. ben de saffet semerci. benim de sonumda hiçbir şey yok. peki, sen ne iş yaparsın sonunda t olmayan emrah serbes?
- öğrenciyim
- bugün ne öğrendin?
- italyanca seni seviyorum demeyi
- italyan bir sevgilin mi var?
- hayır, ispanyol dilinde okuyan bir kız var
- niye ispanyolcasını öğrenmedin o zaman?
- bütün dillerin temeli italyanca dediler
- o da seni seviyor mu?
- hayır, ne münasebet

emrah serbes (t'siz)

11 Kasım 2015 Çarşamba

acı...

bir ara şöyle yazmışım:

...lanet olsun ki; acı bir başına yaşanan bir duygu. keşke dağıtabilsem arkadaşlarıma parça parça. ama yok, illa yapayalnız çekeceksin. illa kanını yerden kendin temizleyeceksin. illa kendin sileceksin gözyaşlarını. illa bacaklarını çekip karnına yattığında soğuk yatağa, yalnız olacaksın. illa tek başına uyanacak, tek başına ağlayacaksın duşta. kimse merhemin değil, kimse dermanın değil, kimse acını hafifleten değil. bu hayattaki sevinçlerin hepsini paylaşabilirsin. gülümsemek, gülmek, kahkaha hepsi kalabalıkken daha güzel ama acı var ya acı, işte o tek.
acı, nefesini keser, aklını uyuşturur. acı, ellerini kollarını bağlar. acı, gözlerini yakar. acı, saçlarının dibinden başlar ve ayak parmak uçlarına kadar sarar seni. acı, kulaklarını zonklatır, başını döndürür. acı, bıçağı karnına saplar ama sonra bir de içerde çevirir ki daha çok kan aksın. acı, seni alır bir duvara vurur, sonra alır diğer duvara vurur. acı, karartır. acı, senden parçalar koparır. acı, yetiştirip güzelleştirdiğin her türlü duyguyu alır, şöyle bir sallar, üzerine tükürür. acı, kör eder. acı konuşturmaz. acı seni alır, “cehennem burası bebeğim” der, bırakır…

melisa kesmez de kitabında şöyle yazmış:

bin kere anlattığım, onların da bin kere nasihatleriyle taçlandırdığı aynı konu. işe yaramaz, kendi dahil kimseye faydası olmayan bir adamla birlikteyim. saplanıp kaldım ona. bir adım ötesi yok. varsa uçurum. bırakamıyorum. onların durduğu yerden tek bir ayrılık kararıyla çözülecek basit bir sorun bu. benim baktığım yerden, uzun süredir katlandığım, çıkış yolunda defalarca kaybolduğum, içinde kalmaya kendimi kim bilir kaç kere ikna ettiğim, çok bilinmeyenli bir denklem. çaresi elbette onların önerdiği gibi ayrılık falan değil.
....
hayatlarında hiç yalnız kalmamış kadınlar beni anlar mı peki? işe yaramaz da olsa o gidince hayatın ne biçim tenhalaşacağını, kız arkadaşlarının doluluğu içinde sana bir pazar günlerini ayırma ihtimalinin yılda en fazla 3, bilemedin 4 olduğunu kimse bilmiyor mu? bu kadınlar hiç duymamışlar mı eşyanın sesini "evde bir nefes olsa keşke" diye iç geçirdikleri tenha bir pazar gecesinde? sırf o nefes sesinin hatrına, insan nelere katlanır bilirler mi? hayatlarında hep doğru ata oynamış kadınlar için her şey ne kolay. benim gibi daha ilk yüz metrede kaybedeceği aşikar, düz yolda yürümesini bile beceremeyen, atlara düşkün biri için hayat çok farklı bir yer....
(atları bağlayın geceyi burada geçireceğiz kitabından)

şimdi de şöyle bir ekleme yapıyorum:

acı, zamanla izlerini kaybettiriyor. yaralar, zamanla (başka bir şeyle değil, sadece zamanla) kapanıyor, kabuk bağlıyor. kelimeler ve anılar hafızadan birer birer uçuyor. beyin, devreye giriyor ve kalbi şöyle hafifçe sağa doğru itip, kral koltuğuna oturuyor. hayatının boşlukları hızla doluyor. artık sevmediğinden ya da her şeyi unuttuğundan değil. acı çekmenin sonu olmadığından, dünya dönmeye devam ettiğinden, kendini sevdiğinden ve bunun hata olmadığını bildiğinden...

aşk güzel şey dostum. ne demiş; aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır.
o zaman "aşk"a ve karnımızdaki kelebeklere içelim bu akşam.

2 Kasım 2015 Pazartesi

hezimet sonrası lizbon iyi geldi...

nasıl da hızla uzaklaştım ülke gündeminden. hop lizbon'dayım... dünkü seçim hezimetinin net sonuçlarını bile bilmiyorum. nasıl kaçarak geldim, anlatamam...

5 ay önce siyaseten yakaladığım "umut" ve dahi "mutluluk" yerini inanılmaz bir endişe ve umutsuzluğa bıraktı. al buraya da yazıyorum; ben mücadeleyi bıraktım.
daha da benden kimse memleket adına sokaklara çıkmamı, halk adına savaşmamı, ülkeye kardeşlik ve aydınlık tohumları ekmemi beklemesin. hayır zaten bekleyen yok da, talep falan gelirse diye dedim.

şimdi elin portekiz'inde, maçtan başka bir şey düşünmeyen bir grup insanla beraber, saat farkının da verdiği kafa bulanması ve 40 derece ateşle oturuyorum. yıllardır hastalık yüzü görmeyen bu bünye, politik hayal kırıklığı nedeniyle 2. kez yataklara düşüyor. bir keresinde de, açılış konuşması sırasında erdoğan'a 20 metre kadar yaklaşıp, o gelirken ayağa kalkmak zorunda kaldım diye 1 hafta kafamı yataktan kaldıramamıştım. büyük bir çaresizlik hissediyor insan.

portekiz insanı rahat, şarapları güzel, havası yumuşak, sokakları keyifli. bundan sonraki günlerde 5 seyahat bekliyor beni. bir soğuk bir sıcak şoka sokacağım kendimi. dubai'de deniz girip, berlin'de kartopu oynayacağım.

bunları yazarken bile beynimin bir tarafı ülkede olanları kabul edemiyor. uyuşturmak ve unutmak istiyorum.

bir kadeh daha?