24 Haziran 2020 Çarşamba

or

every man must decide whether 
he will walk in the light of creative altruism or 
the darkness of destructive selfishness.

kendimle dertleştik


bedenimde bıçak yarası alan yerlerin hiçbir zaman tam olarak iyileşmeyeceğine, bir kere benden vazgeçenin sonrasında yine, ilk benden vazgeçeceğine, cesaretin ve deliliğin bulaşıcı olduğuna, zerafetin ve korkuların miras olduğuna, yalnızlığın ve mutluluğun ise tamamen içsel durumlar olduğuna inanırım.

sarhoşken söylenilenlerin doğru olduğuna, "acaba ben aklına geliyor muyum?" diye düşündüğümde kesinlikle aklına geldiğime, hayvanların, müziğin ve trajedilerin insanı değiştirdiğine inanırım.

bir de insanın kendisindeki marazları çözmek için yalnız kalması gerektiğine inanırım. günlük telaşa, işe güce, elalemin derdine kendimi kaptırınca çok uzaklaşmışım kendimden. bugün biraz dertleştik "kendim"le, gönlünü aldım.

3 aylık karantina döneminden ekonomik olarak da, duygusal olarak da dağılarak çıktım. ama hayatta en iyi yaptığım şey; yerden kalkıp, ağız burun dağılmış vaziyette, tekrar kavgaya devam etmektir. toparlanma, tedavi, iyileşme, şifa, içine dönme, bakım, artık ne dersen, adını sen koy. yanına bir dilim de aşk alırsam... tadından yenmez...


10 Haziran 2020 Çarşamba

git git git me


istanbul'un son zamanlarda bana hissettirdiklerini sevmez oldum. düzenli çalışma hayatı, kira, fatura ödemeleri, sürekli bakımlı olma hali, yeni elbise ayakkabı çanta alma ihtiyacı, bitmek tükenmek bilmeyen ev gereksinimleri, sosyal hayatı diri tutma isteği, devamlı trafik ve kalabalıktan şikayet etme hali, tuhaf bir 'hayatı kaçırıyormuşum' hissi...
burada hızlı, bakımlı, dinamik olmak zorundayım. iş hayatım da sosyal hayatım da bunları gerektiriyor. üzerimdeki istanbul baskısından bunaldım.

benden daha cesur ve mobil kimi arkadaşlarım ülkenin sakin ve güzel yerlerine göç etti, oralarda yeni bir hayata başladılar. tek gidenler, çocuklarını ve kedilerini kolunun altına alıp gidenler, biraz orada biraz burada düzen kuranlar, "daha da gelmem istanbul'a" diyenler...
ah ne harika hikayeler...

ofisi, kendimi, ekonomik durumumu toparlayınca buradan gitmeyi denemeye karar verdim. bundan sonraki yaşantımı bunun üzerine kuracağım. acele etmeden, önce üzerimdeki yüklerden kurtularak... ne iş yapabilirim, nerede yaşayabilirim plan yaparak...
umarım bütün süreci tek başıma organize etmek zorunda kalmam :) şimdi böyle harika bir gelecek planınında 2 kişi olmak, sırt sırta vermek, işleri bitirip verandada, karşılıklı birer kadeh şarap içmek, sabah erken kalkıp, denize gitmek, çiçekleri sularken şakalaşmak, geceleri yıldızlar altında sevişmek, 2 kedinin yanına bir köpek, bir de tosbağa sahiplenmek, sağlıklı beslenip, düzenli spor yapmak güzel olmaz mı?
sevgili evren,
mesajı al artık. allah aşkına artık şu mesajı al, içimi kuruttun.

7 Haziran 2020 Pazar

kadının kadına terörü

*


"bilmediğim bir numara, açtım telefonu, küfür kıyamet bir kadın. ne orospuluğum kaldı, ne ucuzluğum. kocasının peşinde dolanmayacakmışım, ayağımı denk alacakmışım. yoksa bilirmiş o ne yapacağını. kocası kim? mahalledeki pizza restoranın sahibi. eve yakın diye gidip geldiğim, kendimi rahat hissettiğim ve iki kelam edeyim de kafam dağılsın diye konuştuğum adamın karısı arıyor. 
kocasına tek bir laf söylememiş, surat bile asmamış. artık nasıl bir haber aldıysa, beni facebook'ta aramış taramış, bulmuş, arayıp hakaret ve tehdit etmek istemiş ki çok kıymetli kocası onu benimle aldatmasın. ben ne yapayım senin gerizeka kocanı, al, turşusunu kur. ama bir daha ararsa, polise vereceğim."
h.e.

"denize yakın bir kafede, yuvarlak masa etrafında hoş beş ediyoruz. ailem, arkadaşlarım, gülüyoruz. annemin uzaktan merhabalaştığı bir kadın geldi, bir şeyler sordu. tam giderken, döndü, bana baktı, "aaa" dedi, "tanıyamadım, ne kadar kilo almışsın" uzun bir sessizlik oldu. keşke aklımdan geçenleri söyleyebilseydim. ama bu son, bundan sonra böyle densizlere aklıma ne gelirse söyleyeceğim."
d.s.

geçenlerde yeni anne olan bir instagram ünlüsü kendine gelen bir mesajı yayımladı. "saçlarınız hep yağlı, göğüsleriniz de sarkmış, tamam yeni anne oldunuz ama biraz bakım şart."
yazan da başka bir kadın. oturduğu yerden, tanımadığı bir kadına memeleri hakkında laf söyleyebileceğini düşünmüş. çünkü yeni anne sosyal medyada çok takipçili biri, dolayısıyla önümüze gelene bir tekme...
bu nasıl bir kin? anlamak ne zor...

her yerde gazlanan belli bir kiloda olmamız gerekiyor, belli bir bakımda olmamız gerekiyor ve hatta belli bir ahlakta olmamız gerekiyor baskısı yetmiyor, üzerine hemcinslerimiz tarafından terörize ediliyoruz.

canım kadın arkadaşım,

ben istediğimi yer, istediğimi içer, istediğim kiloya gelirim. memelerim karpuz kadar, popom masa kadar olabilir. sarkmış olabilir, ceviz kadar olabilir.
saçım kısa, yağlı, uzun, renkli olabilir. saçım olmayabilir.
kocam olabilir, sevgilim olabilir. ikisi birden olabilir, hiçbiri olmayabilir.
canım istediği zaman evde otururum, canım istediğinde bara gider dans ederim. içki de içerim, çay da, sigara da... sigarayı ister yolda içerim, ister masada.
istersem çocuk yaparım, istersem yapmam.
ister erkek bedenini arzularım, ister kadın bedenini...
ister şarkı söylerim, ister gülerim, istersem soğuk nevale olurum.
ister gece 4'te dönerim eve, ister taksim barlarında sabahlarım. istersem çıkmam mahalleden dışarı.
ister tek yaşarım, ister sevgilimle.
istersem askılı giyerim, istersem tayyör, istersem şort.

yaşadıklarım; sana beni yargılama hakkı vermez. seni tanımıyorsam büyük ihtimal düşünceni de merak etmiyorumdur. ben senin değerli fikirlerini istersem, mutlaka danışırım.

dünya kurulduğundan beri erkeğin domine ettiği yaşantımızı bir de sen bulandırma. hadi kadın kardeşim... 

martı



martılarla tanışmam 83 yılında, adaya taşındığımız ilk gece oldu. ayancık'tan apar topar geldiğimizden henüz bir evimiz yoktu. yaz tatili nedeniyle kapalı olan lisenin, boş bir sınıfında kalıyorduk. eşyalarımız kutularda başka bir sınıftaydı.
hava kararmıştı, perdesiz büyük sınıf camlarından gökyüzünü görebiliyordum. annemle baba radyo dinleyip, sohbet ediyordu. ne çok parlak yıldız var...
yeni okulumu, evimizi, arkadaşlarımı düşünerek uykuya daldım. gece yarısı ton ton göbekli bir amcanın şen kahkahası ile uyandım. nasıl gülüyor... çok komik bir şey olmuş, belli... ne acayip yer burası... tekrar daldım uykuya...
ton ton amca her gece ve her sabah gülmeye devam etti. sonraları öğrendim ki onlar martıymış...

ilerleyen zamanlarda boy boy martılar bizim evin havalandırma boşluğuna düştü çatından. babam sayısız kez onları, o küçücük karanlık yerden çıkarıp, tekrar havaya saldı. babamı düşman sanan martı önceleri direnip, kanat çırpar, sonra ya anladığından ya da çaresizlikten teslim olurdu babamın kollarına. yaklaşık haftada bir yaşanan bu etkinlik, apartmanın ben yaşlardaki bütün çocukları için konuşacak yeni bir mevzu ve heyecan dolu dakikalar demekti.

gel ve git zaman martı sesini duymaz olmuştum, dün gece uzun bir aradan sonra ilk kez yatak odasının açık penceresinden içeri ton ton göbekli amca kahkahası doldu. güldüm, ninni gibi geldi, uyuyakaldım.

martı sesi; bana adaya, denize yakın olduğumu, güvende olduğumu hissettirir. benim için bin bir çeşit okyanus sesinden, meditasyon müziğinden, yağmur damlasından, yaprak hışırtısından güzeldir. çünkü ev sesidir, yuva sesidir, çocukluğumun sesidir.

belki adada büyümüş bir sürü insanın, kışın şehirde denize yakın semtlerde ev tutması hep bu yüzdendir...  

4 Haziran 2020 Perşembe

haaa, that's why my home is full of plants...






@picame


i ruined so many things
that could have been amazing
because i was sad
(billie eilish)