30 Ocak 2009 Cuma

gel zaman git zaman / ulaş'a...


adaya ilk taşındığımızda eylüldü... bir süre kiralık ev aramış, bulamamıştık... o süreçte okulun bir sınıfına eşyaları yığmış, kendimiz de başka bir sınıfa yerleşmiştik... annemle babamın öğrencileri gündüzleri ders veren hocalarını; biraz daha geç saatlerde, aynı noktalarda pijamalarıyla görebilirlerdi... yabancıladığım okul koridorlarında uykumun gelmesini hevesle beklediğimi hatırlıyorum...

gel zaman git zaman; tanışlar çoğaldı... ülkenin koyu siyah siyasi ortamında, çizgisini belli edenler daha da yakınlaştı, mücadeleye ortak arandı, bulundu... o karanlıkta el yordamıyla seçilen dostlar "ebedi" oldu...

biz sokakta yakan top oynayan çocuklarız o sıra... annem başucuma "küçük kara balık" kitabını koyuyor, haftasonları tiyatrolara götürüyor, sorduğum binlerce soruya sakince cevap veriyor, gazetelerin ilgimi çekmesini sağlıyor, haberdar olayım, fikrim olsun istiyor, kendi ayakları üzerinde durmasını başarabilen bir çocuk yetiştirmeye çalışıyor...

gel zaman git zaman o yetişen çocuklar da birbirlerini buldu, konuştu, anladı, sevdi...

ulaş'la benim hikayem de çok eskilere dayanır bu nedenle... benim tayt üzerine uzun tunikler giyip, altımda espadril denilen ayakkabılarla dolaştığım, o'nun da sınıfın gözdesi olduğu zamanlara... zira güzel çocuktu kendisi :) duyarlı ve az konuşan bir çocuk oldu hep ve ben o'nu hep çok sevdim...

gel zaman git zaman ulaşım büyüdü... bir kere boyu beni geçeli epey oldu. bir ara, okulda bir türlü uzatmayı başaramadığı saçları omzuna geldi. başka bir ara, sakallarından yüzü görünmez oldu. bazen aylar oldu sesini duyamadım. bazen doğumgünümü ilk o hatırladı. arada iskelede görüp kucaklaştık, arada kimsenin bilmediklerini bildik... ama ben hep o'nu çok sevdim...

yaş aldıkça daha da mı duygusallaşıyorum nedir bilmiyorum ama bence en kısa zamanda adada bir gün sabahlamalıyız... güneşi alman koyu'nda batırıp, büyükada'dan doğurmalıyız... çünkü çok özledim ben seni...

1 yorum:

  1. Aşk değil nefret değil / Diren'e

    Çok çok küçükken, beni çok kötü bir şeye alıştırmışlar.
    Bütün büyüklerime isimleriyle hitap ettirmişler. (Hamdi, Aydın, Zeki...) Aslında en güzeli; sonuçta onlar benim her zaman saygı duyduğum insanlar. Ha isimleriyle hitap etmişim, ha isimlerinin sonuna abi abla eklemişim. Ama sıçtığımının ülkesi işte. Bunlar saygı göstergesi oluyor bu ülkede.
    Birgün, büyüdüğümü fark ettiğim günlerden birinde, bu isimleriyle hitap ettiğim adamlarla karşılaştım sokakta. Peş peşe birkaç gün arayla... Sonuçta adada oturuyoruz. İnsanlardan saklanmak istesen saklanacak yerin yok, öyle bir yer.
    Kendimi kötü hissettim; Bankacı Hamdi'ye "Hamdi", Kel Aydın'a "Aydın" ya da Elektrikçi Zeki'ye sadece "Zeki" dediğim için. Bu konuyu onlara açtım en kısa zamanda. Hepsini tepkisi aynı oldu tabii: "İstediğini de oğlum, kasma kendini!"
    Ama ben yapamadım. Hepsinin adının sonuna birer "abi" ekledim, Zeki hariç... Ona ne "Zeki Abi" diyebildim ne de "Zeki". Karadenizli olmasını da kullanarak "Zeçu" dedim ona. Yani ne isim ne de abili isim... İkimizi de rahatsız etmedi bu Zeçu meselesi. Sonra bir yaz sıcağında telefonuma "Zeçu öldü" diye gelen bir mesajla uyandım... Konumuz dışında şimdi Zeçu, onu da yazacağım.
    Neyse, bu abi abla meselelerine çok takılır oldum ben. Küçüklükten bana abi demeye alışmış herkesi, bu alışkanlığından vazgeçiriyorum son birkaç yılda. Biraz, kendisine abi denmesini zorla isteyenlere uyuzluğumdan; biraz da gerek yok yani. Benden 5 yaş küçük sevgilim olsa bana adımla hitap edecek; ama 5 yaş küçük biri sırf sevgilim olmadığı için abi diyecek, saçma...
    Şimdi bu kadar şeyi aslında niye yazdım? Diren'e çok eskiden "Diren Abla" derdim ben. Sonra birgün "bana artık abla deme" dedi. Biraz zorlandım ama başardım. Haa o günden sonra değişti mi muhabbetimiz? Tabii ki hayır. En derin muhabbetlerimi onla yapmışımdır her zaman. O'na abla derken de en olmayacak sırlarını bilirdim onun. Mesela geceleri odasının penceresinden kaçıp kulübün diskosuna gittiğini bilirdim ben küçücük yaşımda :) Bunu bildiğim için de kendimi mutlu ve önemli hissederdim. Önemliydim ki o da yaşıma aldırmadan paylaşırdı benimle. Başkası olsa koşa koşa yetiştirirdi heralde anasına...
    "Diren senin için nerede" deseler, anlatamam şu an. Nerede bilmiyorum gerçekten. "Özel bir yerde" deyip geçiştirmek de istemem, o özel yeri anlatmak için kasmak da... Ama biliyorum ki çok özel bir yerde. Sevgilide, annede bulamadığım bir şeyler var O'nda. Ama dost kadar, arkadaş kadar basit de değil. Evet, dost kadar bile basit değil.
    O'na âşık olabilir miyim ya da âşık mıyım diye sordum kendime. Hatta sevgilim bile sormuştu "sen Diren'e âşık mısın?" diye. Değilim. Bu aşk değil. Aşkı yaşamış biri olarak "bu aşktan öte bir şey" diyebilirim. O'nu çok özlerim, çok hayal ederim, yeri gelir kıskanırım ama; yok yok, aşk değil bu. Ulaşılmaz görüyorum da nefret mi ediyorum içten içe? O da değil. Yani ulaşılmaz görmüyorum :) nefret de etmiyorum.
    Neyse efendim, o yazmış zaten... Biz onunla hep olmadık zamanlarda olmadık yerlerde bir araya geldik. Daha doğrusu büyüyünce böyle oldu. Okuldu, işti, güçtü derken görüşemez olduk. Olmadık yerlerde karşılaştık hep, dünyanın en sıkı sarılmaları yetmedi tabii hiçbir seferinde.
    Dünyanın en önemli, en mühim insanlarıyız ya, telefonda bile konuşamıyoruz artık. Telefonumuz çalıyor; duymuyoruz, açmıyoruz, açamıyoruz... Milenyum tabiriyle "meşgul vermiyoruz" birbirimize ama birileri hep meşgul verdirtiyor bize. Böyle bir kahrolası dünya işte, "telefonun pili biterse" diye şarj aletini bile çantamızda taşıyoruz ama iletişime gelince iletişemiyoruz.
    Sonra oraya buraya yazıyoruz özledik diye, kendimizi tatmin ediyoruz anca. Ama özlemekten öteye geçmiyoruz, geçebilecekken... Sevgimizi Yaşar Kemal'in bile betimleyemeyeceği insanlara "iş toplantım" diyoruz, kılım döndü diyoruz, bunalımdayım diyoruz, param yok diyoruz, zamanım yok diyoruz, kıçım diyoruz, başım diyoruz.
    Ben Diren'e böyle diyorum mesela. Gel yukarıda yazdıklarıma inan sonra.
    O da bana diyor ya da çoğu zaman diyemiyor bile, yoğun çünkü. Kolaysa kız O'na. Kızmıyoruz bile. olumsuz duygularımızı bile mahkûm etmişiz hayata. Bırak güzellikleri, kötü duygularımız bile hayatın tekeline girmiş. O ne derse o...
    Uzatmaya gerek yok Diren, bitiriyorum.
    En kısa zamanda, Alman Koyu'nda...
    Yazamadıklarımızı konuşmak için; belki de sadece susmak için, saatlerce...

    YanıtlaSil