annemle babam, küçük bir anadolu kasabasının, orta halli ve saygı gören ailelerinin çocukları. 83'te istanbul'a geldiğimizde kasaba ve anadolu kenti kültürüne hakim, küçük yerlerin tanınmış aile güvenine sahiptik. buna uygun bir yere, adaya tayin olmuştuk. istanbul'a uzak ama yakın, büyük ama küçük bir yerdi. herkesin birbirinin seceresini bildiği yerden, vapura binip, yarım saat sonra dünyanın en büyük metropollerinden birinde kalabalıklara karışabilirdi insan.
çocukluğunu ve ilk aşkını yaşamak için harika bir yer...
tanışıp çok yakın arkadaş olduk önce. arkadaşlıktan aşka ilk yelken açan o oldu. dönemin modasına uyup, incecik bir söz yüzüğü takmışlığımız bile var. ankara'nın pek paralı iyi okullarından birine okumaya gittiğinde aramızdaki mektup ve defterlerin naifliği, hayallerimizin uçukluğu gerçekten göz yaşartıcı. evlenip, siyah gelinlik giymek istemişim mesela. sanırım ilk ve son evlilik konuşmasını da o'nunla yaptım. bugün ilişkiye dair ne varsa bildiğim, tohumlarını bu "istanbullu çocuk" ile attım. adalı olduğumuz için kız erkek ilişkilerinin nispeten rahat yaşandığı bir yerde büyüdük ama mesela beraber olduğun insanla her şeyi konuşmayı o'ndan öğrendim. kızacağını bilsem de söyledim, ağlayacağımı ve kırılacağımı bilse de söyledi. çünkü sevgilimle konuşmayacaktım da kiminle konuşacaktım içimi yakan derdi tasayı...
beraber iyi vakit geçirmeyi, arkadaşlığı, içki masası ritüellerini o'ndan öğrendim. benim babam da içki içerdi ama o bir başka içerdi. masa mezelerle donatılırdı ve sohbetle uzun uzun içilirdi. keyifti çünkü...
aile ile nasıl tanışılır, düğün dernek olduğunda nasıl giyinilir, çift olarak nasıl davete gidilir, sohbette orta saha nasıl kesilip alınır hepsini o'nda gördüm. annesi yoktu, babası da beni asla sevmedi ama aramızda hiç ters bir şey yaşanmadı. sevilmedim ama saygı gördüğümü ve uzaktan da olsa korunduğumu bilirdim.
kadıköy, taksim, eminönü, bağdat caddesi'ni ilk o'nunla gezdim. doğum günü hediyesinin özel olması gerektiğini, büyük aile yemeklerinin kıymetli olduğunu, sandviç bile yesen sofra kurmanın ne güzel olduğunu, eğitim ve networkun insan hayatında önemli olduğunu o'nunla fark ettim. haftasonları ayaklarımız ağrıyıncaya kadar gezer, kültür sanatla boğardık kendimizi. her konumda, her meslekten, her semtte arkadaşı, dostu vardı. parası vardı bilirdim ama hiç görgüsüzce harcadığını görmedim. hep çok cömert ve zarifti.
bir ilk için oldukça uzun süren bir ilişkiydi, çünkü sadece sevgili değil, çok yakın arkadaş ve sırdaştık, beraber çok güldük ve çok şey öğrendik.
istanbul'un tozunu attırmış oğlanla, anadolu'dan gelmiş solcu kızın aşkı adada gereken popüleriteye ulaştı. herkes bizi birbirimizle andı ve ayrılığımızı yıllarca kabul etmedi. ayrılık da zaten 6 güzel seneye yaraşır bir şekilde hüzünlü, iç burkucu ve çok hikayeliydi.
hala arada görüyorum, yolu açık olsun, ayağına taş değmesin... ilk büyük aşkımdı. dilerim son olmasın.
ömer durup dururken gelmedi aklıma; şimdilerde iyi bir semtin iyi bir sitesinde oturunca kendini görmüş geçirmiş zanneden ama anadolu'nun bağnaz ilişki anlayışından nasibini çokça almış bir çok aile olduğu için geldi.
şarap tadımları yapıp, kuzen buluşmalarında kadeh tokuşturup, ülke gündemini görece soldan takip ederken; çocuğu aşkın mutluluğun peşinden koştu diye o'nu ayıplayan, yeren aileler olduğu için geldi.
kültür, sanat, sergi peşinde koşarken; geçmişte yaşadığı travmaları görmezden gelen ve önce kendi gerçeğini farkına varmayan aileler yüzünden aklıma geldi ömer.
büyük resmi görmek yerine, ülkenin standart ahlak ve yoz aile anlayışına kurban verdiğinin; çocuğu olduğunu anlamayan aileler nedeniyle aklıma geldi.
ailenin, aile kurmanın resmi nikah ve çocukla taçlanan içi boş bir kavram olduğunu sanan, bunu kanının son damlasına kadar savunan ve değişmeyi, öğrenmeyi, dinlemeyi reddeden insanlar olduğu için geldi.
anneliği, çocuğun üstünde vicdanla baskı kurup, her dediğini yaptıracağını sanan insanlar olduğu için geldi.
çünkü benim ilişki gerçeğim ve başlangıcım bunlardan çok uzak. hayatımı bu tuhaf ve uygar olmayan insanlardan çok uzağa kurdum. hayatımın ortasında hep neşe ve iletişim oldu. dünyanın en sevecen olmasa da, en cesur ve sağduyulu kadınıdır benim annem. orospu ya da başbakan olmam o'nun için fark etmez. keyfim yerinde mi ona bakar. ben bunu gördüm, böyle büyüdüm. babam şimdilerde çok sağlıklı bir beyne sahip olmasa da, hep çok komikti. "ben erkek arkadaşımla birlikte yaşayacağım" dediğimde "senin kararların pek isabetli değil, emin misin?" demişti. gerçekten de sürmedi o ilişki, çünkü yine isabetsiz bir karar vermiştim.
zihin insana ne acayip oyunlar oynuyor değil mi? nereden nereye...
romantik başlayıp, öfkeyle sonlandırdık. zaten bloglar iç dökmek ve beynimin içini sakinleştirmek için var... kalbimin kırık ve kara olduğu doğrudur ama hızla iyileşir ve tekrar kıpkırmızı güzel günlerine döner. canım kalbim, canım beynim... kışa süper gireceğiz, söz veriyorum ama bu sonbahar beni affedin olur mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder