13 Temmuz 2018 Cuma

i am in love with izmir, ama önce biraz foça


size memleketi ve dünyayı karış karış gezen blogger tayfa gibi seyahat rotası anlatacağımı düşünmüyorsunuz herhalde.
nerede, ne yenir, ne içilir, nasıl gidilir, yapmadan dönmeyin gibi ipuçları yok bu yazıda...

sosyal medyada gördüğüm gezginler gibi; haftalar öncesinden foça ve izmir rotası planladım, biletleri, arabayı ve otelleri ayarladım. gidip gören insanların yazdıklarına bakıp, kendime liste çıkardım, defterime ufak gezi notları aldım.
kitabımı, kıyafetlerimi, defterlerimi, makyaj malzemelerimi, 3 çift ayakkabımı, dergilerimi bavula koydum. sevgiliye sadece 2 tişört ve 1 şort aldığı için söylendim.
doğal güneş kremimi, saç bakım kremimi, elimdekiyle aynı renk ojemi (yama yapabilmek maksatlı), bütün altın takılarımı (eve hırsız girerse çalacak bir şey bulamasın diye) altın dediysem 2 incecik zincir kolye, acıkırsam ve kerbela gibi bir yere denk gelirsem diye çikolatalarımı, aniden ilham gelirse diye 40 renk ve çeşit kalemimi yanıma aldım.
sevgiliye, diş fırçasını bile ben hatırlattığım için tekrar söylendim ve yola çıktık.
maceralı bir uçak yolculuğu falan olmadı. kaşarlı tost yiyip, izmir'e indik, sonra kiralık araba ve foça...

ne işin var pazar günü foça'da? bütün türk silahlı kuvvetleri inmiş deniz kenarına. anadolu'nun bağrından kopup gelmiş bir ton er, foça yerli halkının, merkezdeki ahşap iskelelerde denize girişini izliyor. 4lü 5'li gruplar halinde, sahildeki kahvelerde oturup, foça'nın esintili havasının tadını çıkarıyorlar. hatta bazı kahvelerde tek bir dişi bile yok. sanırsın er gazinosu...

yılların turizmcisi olarak seçtiğim pansiyonun kötülüğüne inanamadım. şirin desen şirin değil, sakin desen sakin değil, tasarım desen tasarım değil. eski, pis ve üstelik fiyat - hizmet dengesi göz önüne alındığında oldukça pahalı.
sabahki söylenmelerim aynen bana geri döndü.
odada adım atacak yer olmadığından, kafamı 2 kere komodine vurdum ve ayaklarımı yere basamadığımdan, duşa terlikle girdim.

45 derede sıcakta neden önünde kuyruk olduğunu anlayamadığım dondurmacı nazmi usta'nın kuyruğuna tabii ki biz de girdik. çünkü merak :) peki dondurmaya kuş kondurulmuş mu? hayır.
2 top dondurmamızı yalayarak, her ege sahil kasabası sakini gibi, deniz kenarında bir aşağı ve bir yukarı yürüdük.
akşam yemeğimizi nispeten denize uzak, sakin bir restoranda yedik. oldukça normal bir yemek yediğimiz için ne ismi aklımda kaldı ne de masaya gelen mezeler. restoran hakkındaki yazıları okusanız michelin restoranı sanırsınız.
neyse ki muhabbetli insanım da, sevgili, sıradan kalamar ve sıradan ahtapota dünya para verdiğimizi fark etmedi.

ertesi gün akşama kadar kalacağımızı sandığım foça'dan, ışık hızıyla ayrıldık ve izmir'deki otelimize yerleştik.

ben 20'ye yakın görülecek yer listesi yapmışım, hepsi gırtlak. pizza ile başladık, kumru ile devam edip, tatlı ile bitirdik. arada midemize oturmasın diye 100-200 metre yürüdük. sonra tekrar kokoreç, kahve, makarna, et, makaron... baskül ailesi gibi döndük izmir'den...

istanbul'un aşırı keşmekeşinden sonra, izmir nasıl iyi geldi anlatamam. batılı havasına, nispeten medeni insanlarına, kısacık şortlu kızlarına, alsancak'ın kısa apartmanlarına ve aralardaki yemyeşil ağaçlarına bakakaldık. tabii ki ev fiyatlarına baktık :) orada yaşama hayali kurduk, sonra içimizden en uyuz olanı, hayalperest olanı realite ile yüzleştirdi...

20, gidişimde, ilk defa bu sefer kalbim izmir'de kaldı. belki ülkenin ve özellikle istanbul'un en çekilmez zamanlarında olduğumuz için. belki iş dışında sevgili ile ilk gidişim olduğu için. belki habire yemek yediğimiz için. belki de foça sonrası geldiğimiz içindir... bilmiyorum.

yalnız "izmir'in kızları güzel efsanesi" var ya... o efsane falan değil, hakkaten güzeller...

haftaya kaş'tan ve meis'ten bildireceğim. canımın içi kaş, ilk göz ağrım kaş, taşını, tarihini, denizini, insanını, yemeğini ayrı ayrı özlediğim kaş...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder